XVI. Yüzyılda Kostantiniye’den İskenderiye’ye Ticaret Gemisiyle Yolculuk

pierre-belon

Pierre Belon du Mans (Kaynak: https://en.wikisource.org/wiki/Popular_Science_Monthly/Volume_34/March_1889)

 

 

 

Bu yazı Yeni Deniz Mecmuası‘nın Eylül 2016 tarihli 3. sayısında yayımlanmıştır.

Pierre Belon du Mans ve Yolculuğun Bağlamı

XVI. yüzyıl doğa bilgini, hekimi ve gezgini Pierre Belon du Mans (Oku.: Piyer Bölon dü Man) ya da Mans’lı Pierre Belon, 1546-1549 yılları arasında, demek ki Kanuni Sultan Süleyman döneminde, Osmanlı topraklarının Rumeli, Anadolu, Ortadoğu ve Afrika’daki birçok yerini kuşatan geziler yapmış ve bu gezilerini 1553 yılında Les observations de plusieurs singularités & choses mémorable, trouvées en Grèce, Asie, Judée, Egypte, Arabie & autres pays étranges başlığı altında yayımlamıştır. ((Yunanistan, Asya, Yahudiya, Mısır, Arabistan ve Başka Yabancı Ülkelerde Görülen Birçok Özelliğe ve Unutulmaz Şeye İlişkin Gözlemler, Paris 1553. Kitabın çağdaş basımı: Voyage au Levant (1553) Les observations de Pierre Belon du Mans de plusieurs singularités & choses mémorable, trouvées en Grèce, Turquie, Judée, Egypte, Arabie & autres pays étranges, Texte établi et présenté par Alexandra Merle,  Editions Chandeigne, Paris 2001. 608 pp. Bu yeni basımda başlıktaki Asya yerine Türkiye adı, yayıncı tarafından ikame edilmiştir.  Bu çalışmada, bu çağdaş yayın kullanılmış ve metne göndermelerin ya da alıntıların kitaptaki sayfa numaraları ayraç arasında metin içinde gösterilmiştir.  Bu kitabın İngilizce çevirisi de mevcuttur: Travels in the Levant: The Observations of Pierre Belon of Le Mans on Many Singularities and Memorable Things Found in Greece, Turkey, Judaea,…  James Hogarth (Translator), Alexandra Merle (Introduction), Hardinge Simpole Limited,  London, 2012. 664 pp.))

Mans’lı Pierre Belon (1517-1564) bir Rönesans aydınıdır. Eski metinlerle beslenmiştir. İlgisini ve bilimini çok geniş alanlara yayar. İlkin eczacı çıraklığı yapmış, o arada botaniğe ve zoolojiye yönelmişti. Almanya’da Wittenberg Üniversitesi’ne botanik eğitimi almış, aynı zamanda mineralojiyle de uğraşan hocası Valerius Cordius ile Almanya’nın madenlerini ve ormanlarını dolaşmıştı. Ardından Paris’te tıp eğitimi görmüş ve doktor unvanını almıştı.  ((Belon’un doğa bilimi alanında başlıca üç eseri vardır.  Balıkları konu alan L’histoire naturelle des estranges poissons marins… (1551) , kozalaklılar konusunda De arboribus coniferis, resiniferis…  (1553), ve kuşlar hakkında Histoire de la nature des oiseaux…(1555). Kendisinin birçok ağacı, çınarı, sedir ağacını vd. Fransa’ya getiren kişi olduğu ifade edilmektedir.))Bu özellikleriyle, eczacı/hekim olarak Kral’a ve saray çevrelerine yakınlığıyla bilinen Kardinal de Tournon’un hizmetine girmiştir.

1546 yılında I. François, Kanuni ile birlikte V. Karl ve Habsburg Hanedanı’na karşı ortak bir eylem geliştirme amacıyla, Osmanlı başkentine bir elçi gönderecektir. Elçi Mösyö d’Aramont’un maiyetinde iki de bilim insanı bulunmaktadır. Bunlardan biri, işte Kardinal de Tournon’un telkini ve sağladığı akçalı olanaklarla heyete katılan Pierre Belon du Mans’dır. ((Heyetteki ikinci bilim insanı, doğabilimci ve leksikograf Pierre Gilles d’Albi’dir  (1490-1555).  Gilles’in Kostantiniye’ye bu  ikinci yolculuğudur. Daha önce 1544 yılında da gene I. François tarafından, eski elyazması kitapları toplayıp Fransa’ya getirmekle görevlendirilmişti. Bu görevinin dışında İstanbul hakkında, ölümünden sonra yayımlanmış iki kitabın da yazarıdır: De topographia Constantinopoleos et de illius antiquitatibus  ve De Bosphoro Thracio.  I. François, Fransız Ulusal Kütüphanesi’nin (BNF) gelişiminde önemli bir yer sahiptir. Sadece, Fransa’da basılan her kitaptan bir nüshanın kraliyet kütüphanesine verilmesi zorunluluğunu (dépot legal) ihdas etmekle kalmamış, adı geçen P. Gilles dışında başkalarını da Bizans yazmalarının yanısıra İslam dünyasının eserlerini derleme göreviyle Kostantiniye’ye göndermişti.))  Heyet 1546 yılının Aralık ayında yola çıkar, karayolundan Venedik’e ulaşır. Oradan bir gemiyle Kostantiniye’ye yönelir. Ancak elçi Raguza’da gemiden ayrılır ve karayolundan Edirne’ye varır; orada Kanuni ile görüşür. Pierre Belon ise Ege adalarından birkaçına (Korfu, Zanta, Kythira, Girit ve Eğriboz) uğrayarak uzun bir yolculuktan sonra, 1547 yılının ortalarında deniz yolundan Kostantiniye’ye varacaktır. Kostantiniye’ye vardığında Fransa’dan birlikte yola koyuldukları elçiyi bulamaz. Adalar Denizi’ndeki uzun yolculuğu sırasında I. François ölmüş yerine geçen II. Henry yeni bir elçi görevlendirmiştir.

Kostantiniye’ye varışının ardından P. Belon önce kent dolaylarında yolculuklar yapmış, ardından deniz yoluyla bazı Kuzey Ege adalarını dolaştıktan sonra Makedonya’da Selanik, Demirhisar (Sidirokastro), Seres ve Kavala’yı ziyaret edip Trakya üzerinden karayoluyla geri dönmüştür.

Belon, Osmanlı topraklarında sonraki gezileri sırasında, Sultan’ın Fransa Elçisine sağladığı olanaklardan yararlanır. O arada, Kanuni’nin, 1548’in Nisan ayında çıktığı İran Seferi’nin sadece İzmit’e kadar olan küçük bir bölümüne başka Fransızlarla birlikte katılacaktır.

Pierre Belon du Mans’ın, burada sözünü edeceğimiz Kostantiniye’den İskenderiye’ye gemiyle yolculuğu, Fransa Kralı II. Henri’nin, Kanuni nezdindeki elçisi Mösyö de Fumel ile birlikte yaptığı anlaşılıyor (s. 229). Belon, Osmanlı sultanının, elçiye eşlik etmek üzere kendi sarayından bir çavuş ((Çavuş, başka işler yanında, yabancı ülke elçilerinin karşılanmasında, ağırlanmasında ve korunmasında görevli,  protokol işleriyle de ilgilenen, kimileri tımarlı,  önemli bir saray görevlisidir. İ H. Uzunçarşılı,  d’Ohsson’un Tableau général de l’Empire ottoman adlı eserinden şöyle aktarıyor: “Çavuşlar on altıncı asırla on yedinci asrın ilk yarısında en itibarlı derecede idiler; padişah ile divandan başka hiçbir kimseye karşı mesuliyetleri yoktu; her vakit bunlardan bir bölüğü sarayda nöbetçi olarak bulunurdu…” (Osmanlı Devletinin Saray Teşkilâtı, s.411).  Bu konuda etraflı bilgi için ayrıca bak. Mehmet Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, C. 1, MEB yayını, İstanbul 1946-1950,  s. 332-339.)), yeniçeriler ve ayrıca tercümanlar görevlendirdiğini belirtiyor (s. 230). Gezgin bu sayede iyi koşullarda yolculuk etme olanağını bulur. Demek ki bu hayli güvenli ve muhtemelen varılan noktalarda yetkililerin heyete ihtimam göstermelerine de yolaçacak türden “rahat” bir yolculuktur.  Serüven ve tehlike unsurları hemen tamamıyla bertaraf edilmiş gibidir. Ancak Belon’un Anadolu’da kimi yerlere salt bir tercümanla gidip gezdiği de olur. Bunu, birinci kitabının 21. bölümünün başlığında şöyle açıklıyor: “Türk Sultanı’nın ya da bir paşanın verdiği tavsiye mektubunu ya da pasaportu taşıyan ve Türk usulü giyinmiş, yanında kendisine çevirmen olarak hizmet edecek bir rehber götüren herkes, Türklerin bütün topraklarında güvenle yolculuk edebilir.” (s. 107)

Gemiyle Kuzey Ege Adalarına Yolculuk

Pierre Belon, deniz yoluyla ulaştığı Kostantiniye’den başlayan ilk deniz yolculuğunu Limni ve Taşoz adalarıyla Aynaroz’a yapmıştır. Bu yolculuğun deniz kısmıyla ilgili olarak, bazı hidrografya gözlemlerini yazıya döker. Bu yörede gel-git olayının görülmediğinden ve boğazlardaki akıntılardan söz açar;

“Evvelce Thessalonica adını taşıyan büyük bir kent olan Selanik’e giden ve Limni’ye de uğrayacak bir pergende ((Pergende, kürek ve yelkenle hareket eden bir çektiri türüdür. Çektiriler, kürekçi oturaklarının sayısına göre farklı adlar alırlardı.  Örneğin Kâtip Çelebi 10-17 oturak arasındakilere firkate, 18-19 oturaklısına pergende, 19-24 oturaklı olanlara kalite (kalyota), 26-36 oturaklılara baştarda denildiğini belirtiyor. (Deniz Savaşları Hakkında Büyüklere Armağan,  Kabalcı yayınevi, İstanbul 2007. s. 182.) P. Belon, gemiyi tarif etmediği, kürekçilerin sayısını belirtmediği için, gemi türünü daha kesin biçimde belirlemek mümkün olmuyor.)) bulunca, yolculuk hazırlıklarımı yapıp bu pergendeye bindim ve yelken açtık.  Eğer rüzgâr elverişliyse Kostantiniye’den Limni’ye dört günde gidilir. Marmara’da seyrettikten sonra Gelibolu’ya vardık. Orada bir gün kaldık.

Şimdi Marmara’da seyir söz konusu olduğuna göre bunun bütün diğer denizlerden daha elverişli olduğunu belirtip nedenini anlatacağım. Şu ki, bütün Karadeniz (Pont-Euxin) ve Marmara (Propontide) Okyanus Denizi ve Akdeniz’in büyük bir bölümünde olduğu gibi,  Ay’ın evrelerine göre yükselip alçalmaz. İşte onların gemileri de böyle gel-git olmayan denizlere uygundur.

Marmara, Çanakkale Boğazı ve boğazlarda sürekli bir akıntı vardır. Kyklad Adaları ve Ege Denizi’nin büyük bölümü için de durum budur. Öyle ki eğer bir gemi rüzgârsız bir havada denizin ortasında kaldıysa, gene de, Karadeniz’den Marmara’ya oradan da Çanakkale Boğazı ve Kyklad’lar yoluyla Ege’ye yönelen sular nedeniyle günde on mil ilerleyecektir.” (s. 112-113)

ege-islenmis-kopya-1a

Belon du Mans’ın Kuzey Ege Yolculuğunun yaklaşık rotası (Rotanın işlendiği haritaların kaynağı: “Aegean Sea map, Eric Gaba –Wikimedia Commons user: Sting”)

Çanakkale Boğazı’ndan Ege’ye çıktıklarında,  birlikte yolalan üç pergende rüzgâr altında ilerlerken akşamın ileri bir saatinde seyir halinde üç yelkenli gemi görürler. Bunlar deniz haydudu gemileridir.  Gökçeada’ya sığınmak zorunda kalırlar. Orada ters rüzgâr onları iki tam gün beklemek zorunda bırakır. Üçüncü gün kürekle yola çıkar ve erken saatte Limni Adası’na varırlar.Bu gözlemden hareketle ve o dönemin bilgilerinin sınırı içinde Belon, Karadeniz’i bütün denizlerin suyunun kaynağı olarak belirlemektedir. Çünkü Karadeniz’den boğazlardaki akıntıyla gelen su,  hiçbir zaman geri dönmediği, hattâ Cebelitarık Boğazı yoluyla Akdeniz’den de çıktığına göre eğer böyle olmasaydı, bütün çevre topraklar sular altında kalırdı (s. 114).

İskenderiye yolculuğu

Belon’un İstanbul çıkışlı ikinci deniz yolculuğu daha uzun sürmüştür. Saray tarafından görevlendirilmiş kişiler eşliğinde yapılan yolculuk “özel” bir gemiyle değil, o tarihlerde öncelikle Mısırlı gemiciler tarafından işletilen ve İskenderiye ile Kostantiniye arasında düzenli sayılabilecek seferler yapan gemilerden biriyle gerçekleştirilmiştir. Mısırlı tacirler mallarını İstanbul’a getirmektedir. Muhtemelen hem gelişte hem dönüşte gemilerine yolcu da almaktadırlar. Çünkü Kostantiniye’den İskenderiye’ye deniz yolundan gidiş, en azından uygun mevsimlerde, karayolundan gidişe kıyasla daha çabuktur.

Ne var ki, hiç kimse, gemiciler dâhil bu yolculukların kaç gün süreceği konusunda bir teminat veremez. Çünkü yolculuk süresi doğal olarak rüzgâr koşullarına bağlıdır.  Nitekim Pierre Belon, Kostantiniye’den Venedik’e –muhtemelen 1549’daki Fransa’ya dönüşü sırasında– on üç günde gitmiş olduğunu, ama kimi zaman bu yolun altı ay sürebildiğini belirtmektedir. Elçi Fumel ve onunla beraber yolculuk eden Pierre Belon du Mans’ın Kostantiniye’den İskenderiye’ye gemiyle yolculuğu on beş gün sürmüştür. En elverişli koşullarda, eğer uğrak limanlarında fazla kalınmazsa sekiz günde varılabilmektedir. Ama bu süre çok daha fazla olabilir, aylar sürebilir.

İskenderiye’ye gidiş için kuzey rüzgârlarının kuvvetli olduğu sonbahar ayları tercih edilmekte, dönüş içinse güney rüzgârlarının daha süreklilikle estiği mevsim, ilkbaharın başlangıcı yeğlenmektedir. Öte yandan bu mevsimler, aynı anda birçok geminin birden denize açıldığı dönemlerdir. Aynı günlerde birçok gemi İskenderiye’ye doğru yola çıkar.

Gemi

Birçok ayrıntıyı yazıya döken Belon ne yazık ki yolculuk yaptığı gemiyi yeterince betimlemez. Geminin türü hakkında sessiz kalır. Ancak yolculuğun rüzgâra bağımlılığı vurgulandığına, hatta kimi zaman rüzgâr yokluğundan alargada beklendiği açıklandığına ve öte yandan yolculuk boyunca kürekçilerden hiç söz edilmediğine göre geminin salt yelkenli olduğu sonucunu çıkarabiliriz. Ayrıca bir yerde uygun rüzgâr nedeniyle bütün yelkenlerin basıldığını, hatta eklerle yelken yüzölçümünün artırıldığını belirttiğine göre bu geminin bir çektiri türü, bir kadırga olmadığı sonucu kesinleşir. Oysa bu yolculuktan önce Limni ve Taşoz adalarına yaptığı yolculukta, kendisini oraya götüren geminin bir pergende olduğu ve hem yelken hem de kürekle yol aldığı belirtilmişti.

İdris Bostan, Osmanlı gemilerine ilişkin kitabında, o tarihlerden biraz sonrası için Mısır’a giden karamürsellerden söz etmektedir. Ayrıca bu gemilerin gerek Malta Kuşatması, gerekse Kıbrıs Seferi sırasında ikmal gemisi olarak kullanıldığını belirtmektedir. ((İ. Bostan, Kürekli ve Yelkenli Osmanlı Gemileri, Bilge Yayım Habercilik ve Danışmanlık Ltd. Şti., İstanbul 2005, s. 234. )) Böylece o sularda seyre uygun olduğu anlaşılmakla, Belon’un bir karamürsel ile seyahati de mümkün olabilir. Fakat Uzunçarşılı, karamürseli bir çektiri, demek ki hem kürek hem yelkenle yol alan bir gemi türü olarak tanımlanmaktadır. Bostan da aynı görüştedir. Buna karşılık, onun Osmanlı Gemileri kitabında yeralan karamürsel çiziminde (s.235) kürek olmadığı gibi, üstelik Lâtin yelkeni de yoktur. Kare yelkenle donanmıştır.

Bu durumda kalyon ve şebek akla geliyor. Şebeklerin özellikle Kuzey Afrika’da üslenen korsanların kullandığı bir tür oldukları biliniyor. ((Encyclopédie des voiliers,  EDITA, Lausanne 1994.  (chébec maddesi), s. 106)) Böyle olunca Mısırlı tüccarlar da bu türden gemiler donatıyor olabilirler. Öte yandan her ne kadar çektiriler Doğu Akdeniz sularında uzun yıllar yaygınlıklarını korumuşlarsa da, İdris Bostan XVI. yüzyılda İstanbul’dan İskenderiye’ye giden kalyonlar olduğunu yazmaktadır. ((A.g.e, s. 278.  Bir başka yerde de 1554 yılında taşımacılıkta kullanılan kalyon ve barçaların Mısır’a gittiklerini kaydetmektedir (s. 280.) )) Nihayet Pierre Belon gemide yüz kadar Türk yolcu olduğunu da belirtmektedir. Buysa geminin büyüklüğü için bir ipucu sayılabilir. Öte yandan bu gemi kadırgaların girebildiği Sakız limanına giremeyecek kadar büyüktür. (s.245) Öte yandan aşağıda görüleceği gibi bu gemide kare yelken dışında Lâtin yelken de vardır. Bu veriler ışığında bunun karakadan kalyona geçiş dönemine ait, en az iki güverteli, hem kare  hem Lâtin yelkenli bir gemi, bir barça olduğu –belli bir yanılma olasılığıyla– ile varsayılabilir.

İzlenen Rota

Demek ki Pierre Belon’un içinde bulunduğu gemi, 1547 yılı Ağustos’unun sonlarına doğru bir günün akşamında Kostantiniye’den yola çıkar. Bütün gece ve ertesi gün uygun bir poyraz rüzgârı altında yol alırlar. Bir buçuk günde Gelibolu’ya varırlar. Bu mesafe yaklaşık 110 deniz mili kadardır. 36 saat yol aldıklarını varsayarsak saatte ortalama 3 knot kadar bir süratle ilerlediklerini düşünebiliriz.  Belon, Silivri, Tekirdağ ve Marmara Ereğlisi limanlarından da söz ediyor. Ama o limanlara gemiyle uğramış değildir. Önceki yolculuğundan kara yoluyla dönerken ziyaret ettiğini biliyoruz.

Ege’ye çıkacak küçük büyük bütün gemiler Gelibolu’da durmak ve çıkış belgelerini almak zorundadır. Çıkış belgesini Kostantiniye’den alan geminin, tekrar Gelibolu’dan almasına gerek yoktur.

ege-yaklasik-rota1

Belon’un Kostantiniye’den İskenderiye’ye gidişte Rodos’a kadar izlediği yaklaşık rota. (Rotanın işlendiği haritaların kaynağı: “Aegean Sea map, Eric Gaba –Wikimedia Commons user: Sting”)

(Rotanın işlendiği haritaların kaynağı: “Aegean Sea map, Eric Gaba –Wikimedia Commons user: Sting”)

Belon ve arkadaşları Gelibolu’da iki gün kalırlar. Tekrar yola çıktıktan kısa bir süre sonra Çanakkale’ye varırlar.
Denetimden geçmeden çıkmak isteyen gemilere bu iki kaleden manu militari müdahale edilir. Belon, bu amaçla kalelere yerleştirilmiş ve ateşe hazır topları betimledikten sonra, gezdiği Asya kıyısındaki kalenin daha güçlü olduğunu ifade ediyor.Gelibolu’dan sonra, ülkeyi terk edecek gemi Çanakkale’de, Kilitbahir (Sestus) ve Çimenlik (Abydus) kaleleri tarafından korunan mevkide duracak ve yetkililerce denetlenecektir. Gemi kaptanları Gelibolu’dan aldıkları çıkış belgelerini bu kalelerden birindeki görevlilere göstermek zorundadır. Orada, gemilerde kaçak esir ya da yurt dışına çıkarılması yasak mallar bulunup bulunmadığına bakılacaktır. Bu denetim için gemiler üç gün kadar bekletilebilir. Eğer kaçak insan ya da mal yakalanırsa büyük para cezası öderler. Osmanlı bayrağı taşıyan gemiler ayrıcalıklı muamele görmekte ve özellikle rüzgâr uygunsa denetimleri bir gün içinde bitirilerek yola çıkmaları sağlanmaktadır. Bu sularda en çok rastlanan gemiler, Venedik, Ancona, Ceneviz ve Raguza cumhuriyetleri ile Napoli Krallığı bayrağını taşır.

“Orada [Çimenlik Kalesi] 28 Ağustos günü, büyük bir leylek sürüsünün uçtuğunu gördüm. Birçok kişinin tahminine göre sayıları üç ya da dört bini buluyordu. Rusya ve Tataristan’dan geliyorlardı, Hellespont’u [Çanakkale Boğazı’nı] Burgonya istavrozu düzeninde geçiyorlardı. Bozcaada üzerine geldiklerinde, bir sarmal biçiminde, birbirlerini izleyerek süzülüp durdular. Sonra bir çember oluşturdular ve yirmi kadar küçük kümeye ayrılıp, birbiri ardı sıra Marmara’nın ağzından uzaklaştılar. Kuzeyden gelip Güneye yöneldiler.” (s. 237-238)Yolculuğa çıktığı tarihi not etmeyen doğa bilimci Belon, Kuzey’den gelip Çanakkale Boğazını aşarak Güney’e giden leylek sürüsünü gözlemlediği tarihi kaydediyor: 28 Ağustos 1546. Ardından bu kuşların süzülüşlerini özenle betimliyor.

belona-gore-canakkale-bogazi-islenmis

Belon’un kitabında Çanakkale Boğazı Haritası (Batı sağda, doğu solda.)

Gemide yüzden fazla Türk yolcu vardır; bunlar İskenderiye’ye gitmektedir. Yolculuk ücreti adam başına bir düka altınıdır. Gemi Çimenlik Kalesi’nin önünde denetlenmeyi beklerken, Belon du Mans, çevreyi gezer ve doğa gözlemleri yapar. Rastladığı bitkiler ve hayvanları betimler. Bu yanıyla Osmanlı topraklarını gezmiş yabancı gezginlerden büyük ölçüde ayrılır. O, gezginden önce doğa bilginidir. Nitekim kitabında manzara ve insan çiziminden çok hayvan özellikle kuş, ama yanısıra yılan keçi, koyun, kıskaçsız ıstakoz, sansar, timsah ile ağaç ve çalı çizimleri vardır.

Yıldızdan esen rüzgârla yelken açar ve boğazdan çıkarlar. Biraz sonra sancakta Gökçeada’yı görür, ilerlemeye devam eder, Limni’yi uzaktan görür ve Asya sahillerine yakın seyrederek, Bozcaada’yla anakara arasından geçerler.

O arada Belon, Troya harabelerinin denizden göründüğünü kaydediyor.  Aynı gün Midilli Adası’nı görürler. Muhtemelen adayla anakara arasındaki boğazda seyrederek Midilli kentinin önüne gelirler. Ama orada rüzgâr kalır. İzleyen gece de rüzgâr yoktur. Midilli Kalesi’nin karşısında beklerler. Ertesi gün gene aynı mevkidedirler. Sonrasında ancak hafif bir poyrazla ilerlemeye davam ederler. İpsara Adası’nı sancakta bırakır, akşama doğru biraz güçlenen poyrazın etkisiyle, gece vakti Sakız’a ulaşır ve boğazda, demek ki limanın dışında demir atarlar.

Burada izlenen rota konusunda tereddüt yaratan bir anlatım söz konusudur. Midilli Kalesi karşısında beklediklerine göre adayla anakara arasından geçmiş oldukları düşünülür. Oysa metnin bir yerinde Midilli Adası’nı solda (s. 245) gördüklerini belirtiyor. Bunun için adanın batısından geçmiş olmaları gerekir. Nitekim bir süre sonra sancakta İpsara Adası’nı gördüğünü ekliyor.

Aslında izledikleri rotada yaklaştıkları yöreleri sayarken Belon du Mans başka yanlışlar da yapıyor. Yunanistan’da Teselya bölgesindeki Magnisia ile Anadolu’da, Büyük Menderes kıyısındaki İonia Magnesia’sını (Magnesia ad Meandrum)  da birbirine karıştırıyor (Fransızca’da her ikisi de Magnésia olarak yazılır.)  Daha da vahimi Efes kentini Teselya’ya taşımaktadır (s. 245). Nihayet İzmir’i Kalymnos Adası’nın doğusuna, gerçekte olduğu yerden kuş uçuşu 80 deniz mili güneye yerleştirir. Fakat bu yanlışların, kitabın bütününün sağladığı bilgilerin büyük çoğunluğunu çürütmeyeceğini kabul edebiliriz.

Bu gibi yanlışların bir bölümü belki o dönem haritalarının yetersizliğinden kaynaklanıyor olabilirse de, büyük bölümünün bir yandan Belon’un kitabını fiili yolculuktan çok sonra yazmış olmasıyla bir yandan da bu bilgilerin kısmen gemicilerden ya da diğer yolculardan almış olmasıyla açıklanabileceğini düşünebiliriz. Nitekim gezginimiz uğramadığı yerler hakkında da, örneğin nüfusunun Türk mü, Rum mu, Lâtin mi olduğu, eğer doğrudan Osmanlı toprağına katılmamışsa yılda ne vergi verdiği, başlıca ürünleri gibi kimi bilgiler de vermektedir.

Belon du Mans, Çanakkale’den Sakız’a kendileri üç günde ulaştıklarına göre rüzgâr elverişliyse iki günde varılabileceğini belirtiyor. Chios limanı kadırgalar ve daha küçük başka teknelerle büyük kayıklar için yeterlidir. Ama büyük gemiler, limana girmeksizin, boğazda demirlerler. Onlar da limana girmeyip boğazda demirlemişlerdir.

Chios’da bir süre kalırlar. Sonra, güneyden esen rüzgâr yerini poyraza bırakınca tekrar yelken açarlar. Önce İkarya Adası’nı sancakta bırakır. Onunla Samos (Sisam) Adası’nın arasından ve İstanköy (Kos) Adası’nı yakınından geçerek Rodos’a varır ve demir atarlar.

Rodos’u anlatırken Belon du Mans, Osmanlı sultanının orada görevli ve her an harekete geçme yeteneğinde beş kadırga bulundurduğunu belirtiyor. “Bu kuvvetin komutanı,  Kyklad Adaları, Sporad Adaları ve Yunanistan’ın Türk egemenliğindeki diğer yerlerini, deniz haydutlarının saldırılarından korumakla görevlendirilmiştir. Komutan bu kadırgalarla sefere çıkar ve sorunluluk alanında deniz haydudu bulunduğuna ilişkin bir ihbar alırsa, onları buluncaya kadar arar. “(s. 256)

Rodos’ta birkaç gün kalırlar (s. 260). Tekrar yelken açarlar ve uzunca bir süre orsa seyriyle ilerledikten sonra, kuzey rüzgârını yakalayınca pupadan aldıkları çok elverişli bu rüzgâr altında, tüm yelkenlerini basarak rotalarını İskenderiye’ye çevirir ve hızla yol almaya başlarlar:

“İtalyanlar, böyle seyre Fransız yelkeniyle seyir adını veriyorlar. Bu ayırımı üçgen Latin yelkenine karşılık Fransız yelkeninin dörtgen olmasına dayandırıyorlar.” (s. 260)

Yukardaki alıntıda anlatım biraz muğlak da olsa, geminin dörtgen yelkenlerle donanmış başka bir deyişle kabasorta armalı olduğunu anlıyoruz. Bu da yukardaki barça/kalyon varsayımını güçlendiren bir başka unsurdur.

Elverişli kuzey rüzgârı bütün gece sürer, gün doğduğunda artık ada gözden kaybolmuştur. Bu rüzgâr öğle vaktine kadar devam eder sonra kalır. Nerede olduklarını anlamak isterler.  Seyir haritasından yararlanarak yarı yola vardıklarını tahmin ederler. “Çünkü elverişli rüzgârla Rodos’tan İskenderiye’ye üç gün ve üç geceden az sürede gidilir.” (s. 260)

Doğu Akdeniz’in ortasında rüzgâr durunca gemide neler olup bittiğini Pierre Belon şöyle betimliyor:

“Gemi sanki bir limandaymış gibi hareketsiz kalır. O zaman insanlar, oyun oynamaya, balık tutmaya girişirler; denize dalar, geminin altından geçip öbür tarafta su yüzeyine çıkarlar. İşte o anlar gemicilerin korsanlardan korktukları anlardır; çünkü sakin havada ancak uzun gemiler, demek ki kürekliler, büyük yuvarlak gemilerde korku yaratır.

Ama rüzgâr varsa eğer, küçük gemiler bile kadırgalardan korkmaz; çünkü yelkenlerle her zaman onlardan kaçabilirler.” (260)

Keşişlemeden esen rüzgâr (sirocco) yavaş yavaş artar ve akşama doğru kuvvetlenir. Şiddeti o kadar artar ki, sereni alçaltılmış küçük bir yelken dışında bütün yelkenler indirilir. Bu sereni alçaltılmış yelken, bize bu gemide Latin yelkeninin de bulunduğunu kanıtlıyor. Çünkü Lâtin yelkende seren indirilip yükseltilebilir; oysa kabasorta armada serenler sabitken, onlara bağlı yelkenlere camadana vurulur.

Rodos’la İskenderiye arasında seyir sırasında ilkin bir tepeli akdoğan gelip gemi direğine konar, iki saat kadar orada kalır. Ardından birçok bıldırcın gemiye konar; bunlar kuzeyden gelip güneye gitmektedirler. Bu gözlem du Mans’a bıldırcınların göçmen kuşlar olduğu yolundaki görüşünün doğruluğunu kanıtlar. Çünkü daha önce Mora Yarımadası’nın batısındaki Zakynthos Adasında, ilkbaharda bu kuşların güneyden gelip kuzeye gittiklerini gözlemiştir.  Bir süre sonra Nil Irmağı sularının farklı bir renge boyadığı denize varırlar. Böylece Mısır topraklarına yaklaştıklarını anlarlar. Henüz kara görünmez. Akşam olduğunda açık denizde demir atarlar, çünkü ancak gündüz vakti İskenderiye limanının yerini belirleyebilecek ve eğer çok doğuya gitmişlerse güneybatı yönünde ilerleyerek limana yaklaşacaklardır. Ertesi gün yeniden demir alırlar. Bu kez Nil’in batı ağzından gelen sularla denizin renginin yeşilden saman sarısına döndüğünü farkeder ve bir süre sonra, İskenderiye’ye bir buçuk günlük uzaklıktaki Raşid Kalesini görürler.

Rodos’tan ayrıldıktan üç gün ve üç gece sonra Mısır’a ulaşırlar. Kostantiniye’den, Gelibolu, Çanakkale, Sakız ve Rodos uğrayarak İskenderiye’ye yolculuk on beş gün sürmüştür.

Seyir Tekniği

Bu yolculukta hem dönemin deniz haritaları hem de pusula kullanılmıştır. Pierre Belon özellikle pusulanın önemini vurguluyor ve eski çağlarda, bunun var olmadığı dönemlerde denizde seyir çok zorken, şimdi kolaylaştığını belirtiyor.

“Çünkü, savaşta ve barışta gidecekleri yeri, doğuyu, batıyı kuzeyi ve güneyi,  gece gündüz gördükleri Güneş’e ve yıldızlara bakarak ancak tahmin edebilirlerdi. Çoğu zaman kıyıları gözden kaybetmeden seyrederlerdi. Ama günümüzde artık herkes mıknatıs taşının özelliğini bildiğinden, denizde seyir öylesine kolaylaşmıştır ki,  iki adam bile bir küçük kayıkla her zaman her saatte ve en şiddetli rüzgârda bile denize açılmaya cesaret edebilir. Eskiler pusula gülüne ve mıknatıs taşına sürtülmüş iğneye sahip olmadıklarından, gündüz vaktinde dahi bunu göze alamazlardı.” (s. 261)

 Deniz Haydutları ve Korsanlar((Bilindiği gibi korsan ile deniz haydudu arasındaki fark, birincilerin monarklarının verdiği ruhsatla, belli koşullarda ve sadece savaşa tutuşulan ülkenin gemilerine karşı ve cana değil mala yönelik saldırılarla sınırlı bir mücadele yürütürken, ikincilerin hiçbir kuralla bağlı olmamaları ve her türlü gaspa ve tutsak ticaretine yönelmelerindedir. ))

 

Gezgin Belon, 2. kitabının ilk paragrafında şöyle yazıyor:

 “Gerek günümüzden, gerekse eskilerden, karalarda ve denizlerde yolculuğa çıkmış birçok kişinin bitmez tükenmez serüvenlerini okuduğumuzdan, anlatılarına bilmedikleri ve anlamadıkları birçok şeyi kattıklarından çoğu zaman yalan yazdıkları anlaşılıyor. (…) İşte bu ikinci kitaba başlarken, gözlerimle gördüklerimden başka şeyleri buraya koymayacağımı kesinlikle belirtiyorum. Yahut da bildiğimi iddia ettiğim şeyleri, eski yazarlara dayanarak doğrulayacağım.” (s. 229)

Bu ifadeler onun deniz haydutları hakkında anlattıklarını birinci elden bilgi olarak değerlendirmemize olanak verir.

Kostantiniye’den Ege’ye ya da İskenderiye’ye ve genel olarak doğu Akdeniz’e yolculuklarda deniz haydutlarıyla karşılaşma olasılığı her zaman mevcuttu.  Aslında bu tehlike sadece Ege ve Doğu Akdeniz için değil Akdeniz’in bütününde vardı.

Nitekim Pierre Belon Venedik’ten Elçi d’Aramont ile yola çıkıp, onu Raguza’da bıraktıktan sonra, gemiyle Kostantiniye’ye giderken yaklaşık altı ay kadar Ege Denizi’nde dolaşmıştı. O sırada korsanların ya da deniz haydutlarının eline düşer. Ama onu ele geçirenlerin kimliği ve niteliği o kadar kesin değil. Şöyle yazıyor:

“Salih Reis’ın fustalarından biri, beni denizde tutukladı ve Rodos’a götürdü. Fakat Salih Reis’in huzuruna çıkınca kendisine, Venedik Dükalığı’nın bana oradaki [Fransa Kralının] elçisi Mösyö de Morvillier aracılığıyla verdiği izin belgesini gösterdim. Bunun üzerine bana bir kötülük yapmadan serbest bıraktı.” ((Monica Barsi,  L’énigme de la chronique de Pierre Belon: Avec édition critique du manuscrit de la bibliothèque de l’Arsenal Edizioni Universitarie di Lettere Economia Diritto Milano, 2001. s. 155. Bu kitabı görmüş değilim, bu bilgiyi, Belon’un kitabını yayınlayan Aleksandra Merle’in kişisel iletisine dayandırıyorum.))

Fakat 1547 yılında, Salih Reis Osmanlı donanmasının komutanlarından biridir. Muhtemelen Rodos’u anlatırken sözünü ettiği beş kadırgadan oluşan kuvvetin komutanıdır. Zaten haydutlarla mücadele eden bir kuvvet komutanının gemilerinin haydutluk yapması pek olası görünmemektedir. Ama onu haydutların elinden kurtarıp huzura çıkartmış olabilirler.

Belon’un Deniz Haydutlarıyla Diğer Karşılaşmaları

Belon’un deniz haydutlarıyla birkaç kez karşılaştığı anlaşılıyor:

“Korfu yakınlarındaki Paxos adasındayken, kılavuzumla birlikte kimi bitkileri incelerken, haydutlar, beni o adaya götüren kayıkçıları kaçırdılar.” (s. 252)

“Bir başka seferinde, Adalar Denizi’ndeki Kea Adası’nda demirli La Priola adında büyük bir Venedik gemisinde, Kostantiniye’ye gitmek üzere elverişli rüzgârı beklerken, Andros Adası’nın limanından çıkıp uygun rüzgârla bizim bulunduğumuz limana yönelen bir gemi gördüm. Geç bir saatte limana vardı. Onu izleyen bir de haydut kayığı vardı ve onunla birlikte limana girdi. Ama haydutlar bizi görünce, uzaklaşıp adanın arkasında başka bir limana saklandılar. Fakat ertesi sabah, gün doğmadan sekiz kişi olan haydutlar, gelip sazlıklara saklandılar ve sahilde ele geçirmeyi umdukları kayığı içindekilerle beraber zorla götürmek için gün doğumunu beklemeye başladılar. Kayıktakiler saldırıya uğradıklarını anlayınca, içlerinden kendilerine güvenenler denize atlayıp yüzerek kurtulmaya çalıştılar. Ama kadınlar ve çocuklarla birlikte kayıkta kalanlar tutsak alındılar. Bu haydutlar öylesine cüretliydiler ki bizim varlığımıza rağmen tutsakları limandan kaçırmaya giriştiler. Fakat La Priola’nın kaptanı hafif topunu onlara çevirdi, fitilli tüfekle silahlı adamlarını hazır etti ve topu ateşledi. Bunun üzerine haydutlar kayığı bırakmak ve kendi kayıklarına dönmek zorunda kaldılar. Çünkü limandan çıkmak için bize iyice yaklaşmaları gerekecekti.”  “Biz olmasaydık Andros Adası’ndan gelen bu zavallılar Türklerin tutsağı olacaklardı. Türkler denizde ve karada tutsak ettikleri insanları öldürmez, satarlar. Eğer tutsak güzel bir genç kadınsa 80-100 düka eder. Yaşlı bir kadın 30-40 dükaya, eğer sağlam yapılıysa genç bir oğlan 60 dükaya satılır. İşte bu nedenle gemiler hep silahlıdır ve gene bu nedenle silahsız gemilerdekiler korku içindedir. “ (s. 253)

Pierre Belon Gökçeada dolaylarında rastladıkları deniz haydutlarının,  Aynaroz Yarımadası’ndaki keşişlere dokunmadıklarını yazıyor. O arada, Rönesans döneminde Avrupa’da pek yaygın olan Osmanlı İmparatorluğu ve Türklerden nefret ve bunu her fırsatta kaydetme alışkanlığından kendini kurtaramıyor: “Oysa bu deniz haydutları, her ne kadar bütün insanlığın düşmanı Türkler olsa da onlardan hiçbir şey istemez ve onlara kötülük etmezler (… ) Bu haydutlar insanların sadece paralarının değil, tutsak ederek satmak üzere bedenlerinin de peşindedir: çünkü bir tutsak için elli düka alabilirler” (s. 137). Fakat ilerleyen sayfalarda bu haydutların Yunanlı olduklarını da belirtecektir.

Pierre Belon’dan yaklaşık 110 yıl sonra bu kez bir başka Fransız gezgin, Jean Thévenot, Relation d’un voyage fait au Levant  (1664) adlı eserinde Doğu Akdeniz’de Akka açıklarında haydutlarla karşılaştığını anlatır. Ama bu kez haydutlar Fransızdır, Malta şövalyelerinden birinin komutası altındadırlar.

Korsanlara Dair

Belon du Mans’ın Yunanistan, Asya, Yahudiya, Mısır, Arabistan ve Başka Yabancı Ülkelerde Görülen Birçok Özelliğe ve Unutulmaz Şeye İlişkin Gözlemler adlı eserinin ikinci kitabının 10. bölümü (s. 249-253) “Korsanın Ne Olduğunu Belirlemeye Yönelik Açıklama” başlığını taşır.

Bu konudaki açıklamalarına başlarken ilkin kendisinin de deniz haydutlarının eline düştüğünü kaydetmektedir. Ardından korsan ile deniz haydudu sözcüklerinin eşanlamlı olduğunu belirtir. Gerçekten Fransızcada corsair ve pirate sözcükleri, 1500’lü yıllara kadar birbirinin yerine kullanılabilmiştir. Bu leksikografik yakınlığın dışında bir de fiili yakınlık/geçişim mevcuttur. Yakın zamanlarda yayınlanmış bir çalışma, “Yeniçağ başlangıcında korsanlıkla deniz haydutluğunu ayıran çizginin bulanıklığını” vurgulamakta; “devlet donanmalarından aldıkları maaştan tatmin olmayan denizcilerin daha hızlı para kazanma yollarını seçmeye başladıklarını” belirtmekte ve “Osmanlının kimi zaman görevlendirerek korsanlık izni verdiği ve hattâ seferlerde kullandığı leventler üzerinde tam bir denetime sahip olmadığını” ileri sürmektedir.((Emre Öktem ve Bleda R. Kurtdarcan, Deniz Haydutluğu ve Korsanlık, Denizler Kitabevi, İstanbul 2011. s. 30 ve 26. (Yazarlar bu düşünceleri ileri sürerken, sırasıyla Godfrey Fisher, Kris  E. Lane ve Nicolas Vatin’e  yollamada bulunuyorlar.))

Belon’a göre, başlangıçta denizden anlayan ve gözü pek üç dört adam biraraya gelir ve maceraya atılır. Başlangıçta bunlar fakir insanlardır, bir kayıkları ya da yetersiz donanımlı küçük bir fırkateleri ya da pergendeleri vardır. Bunun dışında bussolo [pusula] adı verilen bir seyir kadranına ve biraz da uzaktan savaşmalarına yarayan silahlara sahiptirler. Yiyecek olarak bir çuval un, biraz peksimet,  bir tulum yağ, birkaç bağ sarımsak ve soğan, biraz tuz onlara bir ay yeter.

“Bu hazırlıklardan sonra serüven başlar, ganimet toplamayı umdukları bölgelerde dolanırlar. Rüzgâr eğer onları güvenli limanda kalmaya zorlarsa, kayıklarını karaya çeker, üstünü ağaç dallarıyla örterler; baltalarıyla odun keser çakmak taşıyla ateş yakar, unlarıyla somun ekmek hazırlar, bunu, eskiden Romalı askerlerin savaş sırasında yaptıkları gibi pişirirler.  Romalı askerler de yanlarında taşıdıkları bir kiremit ya da dövülmüş demirden veya bakırdan bir levhayı iki taşın üstüne yerleştirir ve altında ateş yakarlar, hamuru da üstüne koyarlardı.  Haydutların hazırlıklarını tamamladıktan sonra bir ya da iki ay boyunca hiçbirşey ele geçirememeleri olağandır. Eğer talihleri rast gider de verimli avlarla karşılaşırlarsa, kısa sürede büyük ölçüde rahatlarlar. Ama ne olursa olsun kazançları hiçbir zaman öyle çok yüksek olmaz.” (s. 249-250)

Belon’a göre, deniz haydutluğu öylesine bir kötülüktür ki, ondan korkmayan ve savunma tedbiri almayan kimse yoktur. Bu kamusal tehlike karadakileri, onları daha denizdeyken gözetlemeye mecbur eder. Gözcülük şöyle yapılır: adalardaki ya da anakaranın kıyıya yakın dağlarında gün boyu denizi gözetleyen adamlar bulunur. Bu adamlar denizde seyir halinde bir gemi gördüklerinde geminin biçimine göre bunun bir deniz haydudu gemisi olup olmadığını kolayca anlarlar. Bu gemiler hep görünmemeye çalışarak, saklanarak hareket ederler.

Gözcüler böyle bir gemi gördüklerinde çakmak taşıyla ateş yakarlar. Ama gündüz ateş görülemeyeceğinden, çok duman çıkaran bir nesne bulundururlar. Eğer birden çok gemi gördülerse değişik yerlerde birçok ateş yakarlar. Bu işaretlerle yakın limanlarda yaşayanlar uyarılmış olur ve korunmaya geçerler. Çevre dağlardaki gözcüler, kendileri tehlikeli gemi görmemiş olsalar bile, onlar da ateş yakarlar.  Gündüz birçok ateş yakılmışsa kıyıların tehlikeli olduğu anlamına gelir. Tek bir açık ateş denizin temiz olduğunu gösterir. Buralı gemiciler bunun bildiklerinden gün batımında hep dağları gözlerler. Bu ateşle haberleşme hem barış hem de savaş zamanında sürer. Böylece tek bir gözcünün bir haydut gemisi görüp de işaret etmesiyle, onu gören diğer gözcüler de ateş yakmak suretiyle daha ötedekileri uyaracak, böylece kısa sürede uyarı 150 fersah uzağa kadar ulaşacaktır. (s. 250)  Belon bu uyarı düzeninin İngiltere kıyılarında da özellikle savaş sırasında uygulandığını belirtiyor. Montaigne de benzer bir uyarı dizgesinin İtalya’nın güney ve doğu kıyılarında var olduğunu Yol Günlüğü’nde kaydeder.

Tabii deniz haydutları da bu düzenin farkındadırlar. Onun için çoğu zaman geceleri yol alırlar. Sonra gemilerini karaya çekip, gizlerler ve pusuya yatıp, köyden hayvanlarını otlatmaya ya da ırmaktan su almaya gelecek birilerini bekler, onu tutsak edip ve zincire vurup kürekçi yaparlar. Eğer akıllılarsa, iki ayda bir düzine esir alır ve onların sayılarını gittikçe artırarak, önce bir fırkateye sonra pergendeye, ardından bir fustaya, sonra kalyotaya en sonunda da bir kadırgaya kumanda edebilirler.

İşte haydutlar denizde böyle yağmaya girişir ve yavaş yavaş, bu adalarda yaşayan herkesten daha güçlü hale gelirler. Öyle ki, “zavallı köylüler, dala tünemiş bir kuştan bile daha fazla korku içindedir. Haydutlar onların peşindedir” (s. 252).

Demek ki…

Belon du Mans’ın anlattıklarına bakarak 16. yüzyılın ortalarında İstanbul’dan Mısır’ın İskenderiye kentine gemiyle yolculuğun, Mısırlı tüccarların donattığı yelkenli gemilerle, muhtemelen barçalarla, on beş gün kadar sürdüğünü; ancak belli mevsimlerde yapılabildiğini;  bu yolculukta deniz haritaları ve pusula kullanıldığını; yolculuk ücretinin adam başına bir düka altını olduğunu öğreniyoruz. Bu yolculukta deniz haydutlarının saldırısına uğrama tehlikesi vardır; buna karşı geminin topla mücehhez olması ve ayrıca silahendazlar bulundurması gerekir. Yolda kimi zorunlu (Gelibolu ve Çanakkale) kimiyse gereğine göre (Sakız, Rodos vd.) en az dört limana uğranır. Böylece herhangi bir limanda durmaksızın en fazla dört gün boyunca seyredilir.

Ne yazık ki Pierre Belon, gemide günlük yaşamı, çok ayrıntılı biçimde aktarmıyor. Gemi mürettebatı hakkında hiçbir bilgi vermiyor. O bir doğa bilimci, bir botanikçi, zoolog ve bir erken dönem etnoloğu olarak ilgisini geminin dışına yönlendiriyor. Gene de keşif seferleri anlatıları dışında bu eser, denizci olmayan biri tarafından kaleme alınan ilk deniz yolculuğu anlatılarındandır.  Neredeyse 500 yıl öncesinde gemiyle yolculuk konusunda elimizdeki nadir bilgi kaynaklarından biridir.  Öte yandan deniz haydutları konusunda verdiği bilgiler de yaşanmış deneyimlere dayalı olmakla çok değerli görünüyor.