Her Yere Uzak Topraklar, Okyanusbilim Gemisiyle Kerguelen Adalarına Yolculuk,TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları 196, Ankara 2004 Mayıs. X+182 s.7
ÖNSÖZ
Gemiyle ilk yolculuğumu, 1950 yılında, İstanbul’dan İzmir’e yaptıydım. Balta başlı, karpuz kıçlı, herhalde yüzyıl başlarında inşa edilmiş bu geminin İstanbul “vapuru” olduğunu sanıyorum. O yıllarda ve daha sonraları Devlet Deniz Yollarının büyük yolcu gemilerine de, Karaköy’den Boğaziçi’ne, Üsküdar’a, Adalar ve Yalova’ya gidip gelen şehir hattı gemileri gibi vapur denirdi.
Yedi yaşındaydım ve vapurun kıç tarafından suya bırakılmış burgulu paraketeyi, onun, kıç bodoslama küpeştesine bağlanmış sayacını, derzleri katranla doldurulmuş ahşap güverte kaplamalarını, güvertedeki ahşap şezlongları, küpeştelerinin cilalı tirizlerini; kamaralar, koridorlar, merdivenler, ve özellikle yemek salonundaki pirinç aksamın parıltısını anımsıyorum. Çocukluğumda başka deniz yolculuklarım da oldu. İlk fırtınayı da herhalde bir gece, Şefik Kaptanın Ankara vapurunda, İonia Denizinde, Peloponissos Yarımadasıyla, Calabria arasında seyrederken yaşamıştım. Deniz tutmuştu.
Sonra, uzun yıllar, sadece uçak ya da karayolu araçlarıyla, kimi zaman da trenle yolculuk ettim. Yeniden ve bu kez uzak iklimlerde uzun deniz yolculuklarına çıkmam için aradan otuz küsur yıl geçmesi gerekti.
Kırkımdan sonra yolculuk hedeflerim de değişti. O zamana kadar çok yolculuk yapmış, çok yer görmüştüm. Ama bunlar hep kentlere yolculuklardı. Yabancı kentlerde yaşarken de gene kentin dışına pek az çıkıyordum ya da çıktığımda bir başka kente gitmek için çıkmış oluyordum. Kısaca “olgun çağa” gelinceye kadar yaşamım kentlerde geçti.
Sonra günün birinde, önemli bir sayrılığın ardından, ilkin Ankara’da, oturduğum evin yakınındaki ormanı keşfettim. Ardından giderek daha uzak, giderek daha yabanıl coğrafyaları gördüm. Yaklaşık on beş yıldır orman, çayır, çöl, dağ, bayır, buzul, göl, ırmak ve uzak adalar, düşük nüfus yoğunluklu geniş alanlar… yalnızca bunlar çekiyor ilgimi. Yabancı kentlere yolculuklarım ise sadece zorunlu olanlar.
Şimdi bu yolculuklardan birinin, Hint Okyanusu ile Antarktika Okyanusunun birleştiği enlemlerdeki birkaç adayla, Hint Okyanusunun dönence altı bölgesindeki iki adaya yolculuğun öyküsünü yayınlıyorum. Ama bunu yaparken duraksamıyor değilim. Sonunda sadece merak ettiğim ve hoşlandığım için yaptığım yolculukları yazmanın bir anlamı var mı? Bunlar okuyucuyu ne kadar ilgilendirir? Burada anlatılan coğrafya çok bilinen bir yöre değildir. Yazma girişiminin bir nedeni budur.
Bu yolculuklara neden, hangi amaçlarla çıkıldığı, neden bu yörelerin seçildiği, nasıl kademe kademe daha uzak, daha uzaksıl, yabanıl, hattâ giderek iyice insansız doğanın arandığı sorusunun yanıtı çok açık değildir. Ama kesinlenebilecek husus şudur: bu geziler değişik hazlar vermiştir. Yazma girişiminin ikinci nedeni de, bunu sürdürme ve paylaşma isteğidir.
Yolculuklarımdan birinin öyküsünü yayınlama cesaretini, bu alandaki iki dev yapıtı Türkçe’ye çevirdikten sonra gösteriyorum. Claude Lévi-Strauss’un Hüzünlü Dönenceler‘ini, J.-P. Kauffmann’ın Kerguelen Adalarındaki Kemer‘ini çevirdikten sonra yolculuk öyküsü yazmak hiç kolay değil. Hele Lévi-Strauss’un nefret ettiği gezginlere benzemek istemiyorum. İşte bundandır, yolculuklardan sonra, onlardan birini yayınlamazdan önce bunca yıl beklemem. Yazarken kimi zaman o andığım iki kitaptan değişik bölümler gelir aklıma ve kıyaslarım ister istemez kendi yazdıklarımla. Kıyaslamanın sonucu pek sevindirici değildir. Sonra bazen de kendimi onlara öykünürken yakalarım. Ama sonra şu soruyu sorarım: ben onlara mı, yoksa onları Türkçe’ye aktaran ve bunu yapmakla bir anlamda kendi mülküne katan kişiye mi öykünüyorum. Eğer ikincisiyse ve anlattıklarımız farklı deneyimlerse, sadece birinde yazar diğerinde çevirmen olanın biçemidir benzeyen.
Kendi payıma, gördüklerimi ve yaşadıklarımı olduğu gibi ve mümkün olduğunca yalın biçimde yazmayı denedim. Belki bir anlamda kendim için yazdım da denilebilir. Nitekim, bir yandan notlarıma başvurarak, bir yandan çektiğim fotoğraflara, yaptığım krokilere ve haritalarıma bakarak yazarken yeniden yolculuktaymış gibi yaşadım.
* * *
Burada anlatılan yolculuk bir kitapçıda başlamıştır. Bir kitabın[1] rastlantı sonucu görülmesi, sayfalarının karıştırılması, sonra gittikçe artan bir keyifle okunması ve ardından çok zevk alarak Türkçe’ye çevrilmesi ile sürmüştür. En sonunda da o kitapta okunan yolculuğun bir benzeri, doğada, bu kez eylemli olarak yinelenmiştir.
Anlatıda, doğa ve flora ve fauna gözlemlerine öncelik verilmiştir. Bu öncelik, doğa unsurlarına değinirken ek bir titizlik gerektirmiştir. Bu metinde sözü edilen hemen bütün bitki ve hayvanların Lâtince adlarını ya dipnotlarda ya da metnin içinde verdim. Bunun kimi okuyucular için can sıkıcı olduğunu tahmin ediyorum. Benim içinse kesinlik açısından zorunluydu.
Türkçe’de, bizim coğrafyamızda bulunmayan türler için yerleşik, genelde paylaşılan karşılıklar pek yoktur. Olanlar da birbirlerine sıkça karıştırılır. Kimi TV belgesellerinin Türkçeleştirilmişini izlerken, anlatanın sözünü ettiği hayvanla gördüğünüz resim birbirine uymaz. Öte yandan hayvanların kimi zaman Fransızca kimi zaman İngilizce adlarından uyarlanan adlar kullanılır. O zaman bunların sanki farklı hayvanlar olduğu sanılır. Gene TV belgeselleri Türkçeleştirilmesinden örnek vermek gerekirse: ispermeçet balinası ve kaşalot sanki farklı deniz memelileriymiş sanabilirsiniz. Bu gibi yanlışlar, aşk romanlarında pek önemli sayılmayabilir ama doğayı anlatırken daha titiz olmak gerekiyor. İşte bu nedenle bilimsel adlarını eklemeyi tercih ettim.
* * *
Bu yolculuğu yapmak ve bu alçakgönüllü nesri ortaya çıkarmak için, birçok kişiye teşekkür borçlandım. Jean-Paul Kauffmann bunlardan biridir. Hazırlıklar sırasında ve yola çıkmazdan hemen önce yaptığımız görüşmelerde sadece beni bilgilendirmek, bazı konularda uyarmakla kalmadı, ayrıca kendisinin de kitabını yazarken kullandığı çok sayıda belgeyi, o arada kimileri 18. yüzyılda basılmış eski birçok yapıtın fotokopyalarını yüce gönüllülükle bana devretti. Yolculuk sırasında Fransız Güneysel ve Antarktika Toprakları (TAAF) yönetimi görevlilerinden Thierry Micol, Dr. Marc Salamolard, Peter Grunelle ve Patrick, yolculuğun değişik bölümlerinde yabanıl doğa deneyimlerini benimle paylaştılar. O adaların ve denizlerin vazgeçilmez gemisi N/O Marion Dufresne’in süvarisi Gilles Foubert, yolcularına bu zor denizlerde güven vermekle kalmadı, ayrıca seyir sırasında istediğimiz zaman kaptan köşküne çıkma, her türlü seyir göstergesini, hava raporlarını, seyir haritalarını, navigasyon bilgisayarındaki verileri inceleme ve özellikle soru sorma izni vererek, yolculuğu daha etkin yaşama olanağı yarattı. Yolculuktan sonra da, sıra yazmaya gelince, Dr. Seriye Sezen, müsveddelerimi sabırla okudu, sonra da pek çok imlâ ve ifade hatasından önemli bir bölümünü düzeltti. Hepsine içten teşekkürler.
Ömer Bozkurt
Ankara, Haziran 2003
[1] Jean-Paul Kauffmann, Kerguelen Adalarındaki Kemer, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 1997. Geri
|