Düşseverin Coğrafya Defteri ya da Keyfî ve Büyüleyici Bir Atlas
Bu yazı Yeni Deniz Mecmuası’nın Aralık 2017 tarihli 8. sayısında yayımlanmıştır Judith Schalansky, Atlas of Remote Islands, [Uzak Adalar Atlası] Translated from The German by Christine Lo, Penguin Books, New York 2010. 144 pp. Almanya’da yayınlandığı yıl “yılın en güzel kitabı” ödülünü alan Judith Schalansky’nin Uzak Adalar Atlası, ((Kitabın Almanca özgün basımı: Atlas der Abgelegenen Inseln. [Uzak Adalar Atlası] Mare Verlag, Hamburg, 2009. 144 s. Ayrıca meraklısı için Fransızca basımının künyesi de şu: Atlas des îles abandonnées,Traduit de l’allemand par Elisabeth Landes, avec une préface de Olivier de Kersauson, Arthaud/Flammarion, 2011.144 pp.)) çoğu ulaşılması zor, yaşaması zor, giderek insansız, bazıları da çok tenha ya da sadece çok az sayıda görevlinin yaşadığı, insan sevmez adaları konu edinir. Ama kitapta sözü edilenler arasında az sayıda insanın yurt edindiği adalar da vardır. İçlerinden, rastlantı bu ya, ender bulunan kolay ve mutlu yaşanabilir bir tanesinin, Diego Garcia’nın insanlarıysa yurtlarından –adalarından– sürülmüştür. Kısacası bu adalarla insanların ilişkisi hep sorunludur. Nitekim kitabına eklediği önsöze Schalansky, “Cennet bir adadır. Cehennem de Öyle” başlığını uygun görmüş. Bu adalar çoğu zaman ancak gemiler sayesinde varlık kazanır. Onları keşfedenler, ardından ayrıntılı biçimde açınsayanlar da denizci kâşifler, sonra hidrografya uzmanları değil midir? Bir iki istisna dışında o adaların hemen tamamına hâlâ, ancak denizden gemilerle ulaşılabilir. Dolayısıyla adalarla ilgili metinler çok sayıda denizciyi ve gemiyi gündeme getiriyor. Cook’un Resolution’u, FitzRoy’un Beagle’ı, Macellan’ın Victoria’sı; araştırma gemileri Almirante Saldanha, Valdivia; ve adları daha az bilinen ya da hepten unutulmuş posta gemileri, ticaret gemileri, kıyı koruma gemileri ve daha niceleri. Öte yandan bu adalara ulaşma çabası birçok geminin sonunu da getirmiştir. Yeni Zelanda’da Güney Ada’sının güneyindeki Macquarie Adası’nın kıyıları gemi enkazlarıyla doludur. Atlasta çok sayıda deniz kazası anımsanır. Birçok Robenson serüvenleri aktarılır. Kitabın başlığındaki atlas sözcüğü yanıltmasın. Schalansky, seçtiği adalar hakkında sistematik bilgi verme peşinde değildir. Kaldı ki o adalara adımını atmış da değildir. Nitekim kitabın alt başlığı “Hiç Ayak Basmadığım ve Asla Ayak Basmayacağım Elli Ada” biçiminde yazılmıştır. Bu elli adanın her birine atlasta iki sayfa ayrılır. Sol sayfalarda yerlemi ve çoğu zaman sıfır “nüfusu” verilir, en yakın başka topraklara uzaklığı bir grafikle gösterilir ve tarih şeridi üzerinde de bir iki önemli tarih işaretlenir ve adlandırılır. Bu somut bilgileri, okurun imgelemini coşturan kısa metinler izler. Sağ sayfalar ise, o adaların, bizzat yazarın çizdiği (belki işlediği demek daha doğru olur) haritalarına ayrılmıştır. Haritalar 1:125.000 ölçeklidir. Dolayısıyla birçoğu minicik adalar, bir bölümü kendilerinden büyük lagünleri kuşatan mercanadalar ayrıntılı biçimde sunulabilmiştir. Bu haritalarda eş yükselti eğrileri, ya da yükseklik belirten renkler yoktur, ama topografya olağanüstü bir sanatla belirginleştirilmiş, o çok işli kıyılar ve kimi testere dişi doruklar, neredeyse bir kabartma haritadaki kadar somut, ama sanal bir üçüncü boyut kazanmıştır. “Yılın en güzel kitabı” seçilmesinin kökeni herhalde bunda ve kitabın genel tipografyasında aranmalıdır. Bu noktada Schalansky’nin Almanya’da Potsdam Teknik Yüksekokulunda tipografya dersleri verdiğini de anımsatmalıyım. Sanat tarihi ve grafik sanatlar eğitimi gören yazar, bu kitabın kapak tasarımını, sayfa düzenini ve tipografyasını da kendisi hazırlamış. Hemen bütün adalar için, hepsi çok ilginç gerçek insan öyküleri aktarılır. Bunların kimileri hüzünlü, giderek duygulandırıcıdır. Kimileri coşku verir, hayran bırakır; kimileri bir tebessüm yaratır ama öfkelendireni de vardır, bilgilendirmekle yetineni de. “Büyük ve uzun erimli tarih” kitaplarında yer bulamayan, kimilerinin adı bilinen, hattâ bazıları çok önemli, kimilerininkiyse unutulmuş insanların yaşadıkları olaylar çok kişisel ve ozansı bir biçemle aktarılır. Metin uzak ve çoğu ıssız adalara, bu adaların gizemli evrenine, imgelemde şiirli bir yolculuğa çıkarır okuru. İmgelem güzel haritalarla iyice uyarılır. Çoğu, kâşiflerin, gemicilerin, gemilerin ya da gezginlerin adlarını taşıyan, bir bölümüyse coğrafi niteliklerini bildiren, egemen flora ya da faunayı belirten ya da kâşiflerin ruh hallerini yansıtan adlarla dolu bu uzak adalar çekiciliğini okuma boyunca kaybetmez.
Judith Schalansky 1980 yılında Doğu Almanya’da doğmuş. Kitaba eklediği önsözde, Duvar yıkılmazdan önce kendisi için yabancı diyarlara yolculuğun mümkün olan tek türünün atlaslarda yolculuk olduğunu belirtiyor. Ama sonrasında da eylemli bir gezgin olmadığı kesin; en azından uzak adalara, zor coğrafyalara gitme eğilimi yok gibi görünüyor. Ama kütüphanelerde ya da atlaslarla/atlaslarda yolculuğun (evinde/okulunda bir atlasa ulaşabilen hangi çocuk bunu yapmaktan geri durmuştur?) herhalde doruklarına ulaştığı kesin ve heyecanını okurlarıyla ustaca paylaşıyor. Elektronik ortamda yayınlanan The Island Review’da çıkan bir söyleşide ((http://theislandreview.com/content/island-books-judith-schalansky (ulaşım tarihi 7 Ekim 2017))) Schalansky’ye şu soru yöneltilir: “Bu bir bakıma yolculuk karşıtı bir kitap gibi görünüyor. Konu edindiğiniz adaların hiçbirine gitmiş değilsiniz ve kitabın alt başlığında hiç gitmeyeceğinizi belirtiyorsunuz, ‘bir atlasa bakıldığında hevese kapılmanın, arzulanan nesneye kavuşmanın vereceği doyumdan her zaman daha büyük olacağını’ ileri sürüyorsunuz (…) Bu çok köktenci bir tavır. Yolculuktan hiç mi hoşlanmazsınız?” Yazarın yanıtı şöyle: “Eğer dünyanın her yeri henüz tam olarak keşfedilmemiş olsaydı muhtemelen keşif yolculuklarına çıkar ve en uzak yörelere giderdim. Ama şu andaki haliyle nerdeyse her yere ulaşmak mümkün. Dolayısıyla evimde oturup yazmaktan başka yapabileceğim şey yok. (…) Sanırım insanları böyle uzak yolculuklara iten saik, kendi kendilerini daha derinden tanıma isteğidir. (…) Chesterton’un belirttiği gibi ‘En büyük serüven bizleri büyüdüğümüz sokaklarda bekler.’ Sanıyorum Chesterton haklı.” Bu ifadeler kendisinin hiç olmazsa sözde, yolculuk karşıtı biri olduğunun kanıtı gibi. Ama doğrusu pek inandırıcı gelmiyor. Belki bu sözlerde, hiç gerekmediği halde, bir entelektüel gereksinim, eserinin arka plânını açıklama, bu edebi girişimini savunma, daha iyisi temellendirme düşüncesi yatıyor gibi görünüyor. Böylesine kökten bir yolculuk yadsıması, salt bir paradoks merakından, aykırı görüşün çekiciliğinden kaynaklanmıyorsa eğer, mümkün mü? Belki de, en azından, çocukluğunda benzer düşler kurup, Faik Sabri CDuran’ın atlasında mavilikleri rota çizimleriyle “süsleyen”, kırkından sonra da kitapta yeralan adalardan dördüne ayak basabildiği için kendini talihli sayan bu satırların yazarına, mümkün değilmiş gibi geliyor. Kaldı ki dünyada keşfedilmemiş hiçbir yer kalmamış olsa bile, hâlâ açınsanacak yerler olması bir yana, yabanıl coğrafyalar her zaman farklı gözler ve zihinlerce çok farklı algılanıyor ve anlatılabiliyor. Bu uzak adalar, ya da kıtaların ıssız ve yabanıl yöreleri genelde insanları sevmese de birçok insan için o coğrafyaların dayanılmaz bir çekiciliği olduğunu kesinlikle doğrularım. O nedenle günümüzde uzun ve serüvenli yolculukları göze alanlar yok değildir. Bu türden edebi/coğrafi girişimlerden çok parlak örnekleri, “bir şiir yazma amacıyla” Kanada’nın KuzeydoğuToprakları’na, Ungawa Körfezi kıyılarına giden Kenneth White’ın Mavi Yol’unda; ya da çoktan yıkılmış olduğunu bilmediği bir doğal kemeri görmek için, Kerguelen Adaları’nda Büyük Toprak’ının önemli bir bölümünü yürüyerek aşan Jean-Paul Kauffman’ın Kerguelen Adalarındaki Kemer’inde bulmak mümkündür. Schalansky’nin kitabı işte o çekiciliğin etkisinde “yaratılmış” duygusu veriyor. Yazar bu çekiciliği duymakta ama yolculuklarını atlas ve kitap sayfalarında yapmakla yetinmektedir. Ona göre yeryüzünde bir atlastan daha şiirli kitap yoktur. Bütün atlaslar için bu söylenebilir mi bilemem, ama Schalansky’nin atlası kesinlikle bir şiir kitabıdır. Bildiğim kadarıyla bu eser bugüne kadar İngilizce, Fransızca, İtalyanca, İspanyolca, Felemenkçe, Slovakça ve Arapçaya çevrilmiş bulunuyor. Üstelik kitabın, üstün tasarımı ve görsel niteliği nedeniyle her dilde aynı boyutlarda aynı sayfa düzeninde, aynı –özgün– fontlarla ve haritalar yönünden de aynı kalıplarla yayınlanıyor. Kapak ve cildi de aynı. Elimdeki Fransızca ve İngilizce nüshaların arasındaki tek fark sırt yazılarının yönü. (İngilizler ya da Fransızlar bunu zaten hep yaparlar.) Bu güzel kitabın aynı biçimde Türkçesinin de yayınlanması sevindirici olur. Şimdilik bir çevirmen bulundu, iş bir yayıncıya kaldı. |