Bir Nitelik Sorunu, Joseph Conrad’ın Yaşamından İzler
Bu yazı Radikal Kitap’ın 14.11.2014 tarihli 713. sayısında kısaltılarak yayınlanmıştır.Polonya asıllı yazar Joseph Conrad 20. yüzyıl başlarında İngiliz edebiyatının önde gelen adlarından biri olmuştu. Ama 1895 yılında, otuz sekiz yaşındayken ilk romanı Almayer’s Folly yayımlanıncaya kadar bir denizciydi. Üstelik kimi başka deniz yazarları (H. Melville, J. London…) gibi geçici bir uğraş olarak, tesadüfen ya da çaresizlikten gemicilik, güverte adamlığı yapmış değildi. Gerçi London da, güverte adamlığı dışında çok kısa bir süre kendi çok küçük yelkenlisinin kaptanı olmuştur, sonra bir ara yat sahibiydi, ama kıyaslamak olanaksız tabii. Conrad Uzakdoğu’ya ya da Uzakdoğu’da sefer yapan yelkenli ve buharlı hat gemilerinde ve bir dönem Kongo Irmağı’nda zabitlik, süvarilik yapmış bir uzun yol kaptanıydı. Eserlerinin çoğunda bunun izleri görülür. Ve örneğin bir Melville ya da London’dan farkı denizi ve gemiciliği çok daha gerçekçi biçimde işlemiş olmasıdır. Conrad, insan tutkularını denize taşımaz; denizdeki yaşamda insanı bulur. Öte yandan onun denizcileri abartılı serüvenler de yaşamaz pek. Denizcilikten Yazarlığa J. Conrad’ın AnılarıConrad, konusunu kendi denizci yaşamından, denizden, denizcilerden, uzak iklimlerde denizciliği sırasında karşılaştığı kişilerden alan roman ve öykülerinden başka kurgu dışı eserler, denemeler de yazmıştır. Bunlar arasında doğrudan denizciliğe, gemilere, denizcilik diline, sorunlarına ilişkin olanlar vardır. Romanlarının birçoğu Türkçeye kazandırılmış ama çok ilgi çekici kurgu dışı eserleri Türk okurlara sunulmamıştı. 2013 yılında bu eksiklik kısmen giderildi. Yazarın 1912 tarihli otobiyografik nitelikli eseri A Personal Record, Kişisel bir Belge [1] başlığıyla Türkçe yayınlandı. Bu eser uzaktan bakıldığında, kronolojik olmaktan çok seçilmiş bir anılar toplamıdır. Sanki çağrışımlarla konudan konuya geçilir. Gene de kitabın ilk dört bölümünde konuları birbirine bağlayan bir tür iletken vardır: Almayer’s Folly’nin uzun süren ve çok çeşitli ortamlarda gerçekleşmiş yazılış süreci. Ama bu iletken, Almayer’in çok öncesindeki, ötesindeki anılara da götürür. Sonraki bölümlerdeyse yazarın denizcilik mesleğine başlayışı, mesleğiyle ilişkisi ve geçirdiği sınavlar gibi anılarla yazarlık mesleği ve eleştiriye ilişkin görüşleri, aldığı eleştirilere ilişkin anılarıyla birlikte yer alır. Böylece yazı, anı/deneme arasında gider gelir. Ama bu anı/denemenin bazı bölümleri güç okunur. Konu dışına taşmalar, oradan oraya atlamalar çok boldur ve üstelik yazar, okurun konuyu ussal/süremsel biçimde izlemesini –eğer zorlaştırma yönünde bilinçli bir tavır içinde değilse– en azından kolaylaştırma yönünde hiçbir çaba sarfetmez. Örneğin kitabın ilk bölümünde, Rouen’da rıhtıma bağlı bir gemide Almayer’s Folly’nin 10. bölümü yazılıyorken, Londra’da, Bessborough Gardens’da bir pansiyonda o ilk romana başlayışı, dördüncü bölümde anlatılır. Hele Ukrayna’da yaşayan ve kendisinin koruyucusu olmuş dayısı [çeviride amcası olarak geçiyor] Tadeuzs Bobrowski’yi ziyarete gidişiyle gündeme getirdiği, aile büyükleriyle ve onların Napolyon’un Moskova seferine kadar geriye giden, sonra ana-babasının siyasal nedenlerle Rusya çarlık yönetimince sürgününü kuşatan anıların izlenmesi biraz yorucu oluyor. Gerçi yazar, önsözünde, bu türden eleştirilere karşı önlemini almıştır. “Elimden ne gelir? Şu tarihte şurada doğdum türünden kutsal sözlerle başlayabilir miydim?” diye sorar. Ve amacını, denizle ilk temasına ve ilk kitabının yazılışına ilişkin duygu ve heyecanlarını açık yüreklilikle ortaya serecek kişisel anılarını kaydetmek biçiminde açıklar. Nitekim sabırlı, dikkatli ve biraz da gayretli okur kitabın genelinde ödülüne kavuşuyor. 19. yüzyılın çok değişken orta ve doğu Avrupa siyasi coğrafyasında başlayıp, yurt, dil ve meslek değişmeleriyle başka coğrafyalarda süren bir yaşamdan kesitler, yer yer belli belirsiz alaycılık sezdiren duyarlı bir anlatımla aktarılıyor. Aldığı edebi eleştirilerden denizcilik yaşamında aldığı sicillere, onlardaki “her zaman ayıktır” ifadesine, sonrasında zabitlikte yükselme sınavlarına ve yeniyetmeliğinin sonlarında güzel Madam Delestang’dan –heyecanlar içinde- aldığı öğüde kadar geri gittiği altıncı bölüm buna örnektir. Yedinci bölümde anlatılan, meslekteki ilk adımlarla ilgili sayfalarsa denizciliğin pek göz önünde olmayan önemli bir dalına, kılavuzluk ve kurtarma faaliyetinin yüz küsur yıl önceki çalışma kipine ışık tutuyor. Conrad daha çok yelkenli gemilerde zabitlik ve süvarilik yapmış olmakla birlikte bir dönem, Uzakdoğu’da, buharlıda da çalışmıştır. Ama daha soylu bir eylem saydığı yelkenle seyri, kimi denemelerinde öne çıkarmıştır. Bu kitapta da bu bağlılığın işaretleri yeralıyor. Yazar, “Hayır, belki de denizdeki hayatın –yalnızca kısa bir süre denemekten bahsetmiyorum, gerçek bir hizmet sayılabilecek uzun yıllardan bahsediyorum– edebi hayat için yeterli donanımı sağlamadığını söylesem daha iyi olur.” (s. 129) “Kısaca söylemeye çalıştığım şey, güverte eğitiminin insanı edebi eleştiriye yeterince hazırlamadığıdır” (s. 130.) derken bir başka denizci yazarı, L.-A. de Bougainville’i çağrıştırıyor. O da, denizcilik ve keşif edebiyatının zirvelerinden biri olan kitabında, alçakgönüllülükle şunu yazmıştı: “Yazı sanatı ne Kanada ormanlarında, ne de denizlerde dalgaların sırtında öğrenilebilir…” Bunlar salt retorik mi sayılmalı? Yoksa mükemmellik arayışının işareti olarak mı görülmeli? Conrad, hiç şüphesiz olağanüstü kariyer sahibi bir denizci değildi. Yaklaşık 20 yıllık denizcilik yaşamının ancak bir iki yılında süvarilik yapmış, daha çok ikinci ve birinci zabit olarak çalışmıştır. Kaldı ki bu sürenin neredeyse yarısı, sekiz dokuz yılı, karada geçmiştir. Buna karşılık edebi kariyeri herhalde çok başarılı sayılmalıdır. Aldığı eleştiriler, –bunların bir bölümü ölümünden çok sonra dile getirilmiştir– bunu yadsımak için kullanılamaz. Ama bu anılara bakarsanız o alanda da çok mutlu olmuşa benzemiyor: “Yıllar önce yolculuktan yolculuğa çıkmaya mecbur bırakıldığım gibi şimdi de art arda kitap yazmaya mecbur bırakıldığımı –bilinçsizce mecbur bırakıldığımı- söylemeye cüret ediyorum.” (s. 35). Dahası, söz konusu anıların bile “dostça bir önerinin, belki biraz da bu yönde bir baskının sonunda ortaya çıktığını” ekliyor. ( s. 5). Kişisel Bir Belge, okuru, okuma keyfini çıkarmak için çaba göstermeye yönelten bir kitap; romanlarının gerektirdiğinden de yoğun bir çaba. Hayal Kırıcı Bir ÇeviriNe yazık ki bu güzel kitabı, bu satırların okuyucularına güvenle öneremiyorum. Büyük hevesle okumaya giriştiğim bu çevirinin ilk bölümünün daha ilk cümlesinde irkildim. “Donmuş bir nehirde seyreden” bir gemiden söz ediliyordu. Hiçbir gemi, eğer buzkıran değilse, donmuş nehirde seyredemez. Sonra en basit mantık süzgecinden geçemeyecek başka ifadeler birbirini izledi. Ayrıca bu hataların dışında metni anlamakta zorlanıyordum. Çareyi, Gutenberg Projesi’nden özgün metnini indirmekte buldum ve bilmeceleri teker teker çözerek ilerlemeye çalıştım. Gemi “donmuş bir nehirde” seyretmiyordu, mahsur kalmıştı (frozen fast). Gemiye bir yetkili değil bir zabit (officer) aranıyordu. Türkçede, ticaret bahriyesinde geminin, süvari hariç komuta kadrosu mensuplarına günümüzde de zabit denir. Tanrı gemiyi “Kongo ırmağının sarplarından” değil, çağlayanlarından (rapids) korumuştu. Üstelik koruduğu şey gemi değil Conrad’ın elyazmasıydı (MS). Bu sonuncusunda çevirmen, elyazmasının kısaltması olan MS ile motorlu geminin kısaltması olan M/V’yi birbirine karıştırmış. Kaldı ki Conrad’ın zamanında motorlu gemi yoktu, yelkenli (S/V) ya da buharlı gemi (S/S) vardı. Ayrıca “40 derece doğu enlemlerinde” olamazlardı, güney enlemlerindeydiler. Gemi sonunda “eve doğru” değil İngiltere’ye doğru (homebound) yola çıkmıştı. Bu sözcük İngiliz ticaret bahriyesinde, İngiltere’ye dönen gemiler için kullanılır. Bu yanlış karşılık örneklerini çoğaltmak gereksiz. Sadece okuru gülümseten –öncekiler üzüyordu çünkü– birini daha vermek isterim. Çeviri metnin 80. sayfasında şu cümle okunuyor: “Direndiği için de adamı yemek masasının penceresinden dışarı attılar.” Çeviride ayrıca anlam kaymalarına sıkça rastlanmaktadır: “Bir gemiyle o koşullardaki son bağlantımın başlangıcıydı” yazılmak yerine: “Bir gemiyle son bağlantım işte bu koşullarda başladı” demek gerekirdi. “Sonrasında geminin yalpalanmasını izlerken, kapıyı açtı ve gitti” yerine “yalpanın uygun bir anını bekleyip kapıyı açtı ve gitti” yazmak doğru olurdu. “… bir denizci kıyısından isteksizce çıkarılmış kalem” yerine “karadaki bir denizcinin cebinden isteksizce…” yazmak gerekirdi. Nihayet 6. bölümden birkaç satır: “Ben yalnızca harfleri seviyorum (…) deniz sevgisinin bir adamı denizci yapamadığı gibi harfleri sevmek de beni bir edebiyat adamı yapmaz. (…) ben de harfleri öyle seviyorum.” (s.129). Letters sözcüğünün harfler anlamına gelebileceği gibi edebiyat anlamına da geldiğinin bilinmiyor olması bir suç değilse de, harfler sözcüğüyle çevrildiğinde ortaya çıkan tuhaflığı farketmemiş olmak neyin işaretidir? Bu cümlelerde letters harfler değil edebiyat anlamındadır. Bunlar sanki metin anlaşılmadan çevrilmeye çalışılmış izlenimi veriyor. Yanısıra atlanmış cümleler ya da alt cümleler var. Ayrıca temperance (herhangi bir konuda, o arada içkide ölçülülük) karşılığı olarak bir Türkçe kelime uydurulmuş: Temferans! Özel adlar ve yer adları sorunlu: “Franco-Canadian Nakliye Şirketi” adının yarısı Türkçeye çevrilmiş yarısı çevrilmemiş. “Cossack”, “Austrian Galicia” olduğu gibi bırakılmış; “Vieux Limanına doğru” değil, “Eski Liman’a” ya da “Vieux port’a doğru” demek gerekirdi. (Marsilya’nın eski limanı.) Üzülerek…Böyle cımbızla hata aramış gibi görünmek hiç hoşuma gitmiyor. Bunlar, okurken beni irkilten sözcük ve cümlelerin anlamını kavramak için gösterdiğim çabanın sonucunda not ettiklerimin bir bölümüdür; birilerini yermek için de yazılmamıştır. Conrad’ın çevirmenden, editörden ve yayıncıdan görmeyi hakettiği saygı nedeniyle yazılmıştır. Onun güzel bir eseri hasar görmüştür. Öte yandan bu eleştiri, hiç keyif vermeyen bir görevin yerine getirilmesidir. Çünkü görmezden gelinemeyecek bir nitelik sorunuyla karşı karşıyayız. Ve üzücü olan bu hatalardan çok, işe karşı özensizlik; çevirmenlik ve yayıncılık mesleğinde “iyi iş” çıkarmanın sevincine ve gururuna duyarsızlıktır. Yoksa, hata aranırsa her çeviride, bu satırların yazarının yaptığı çeviriler dâhil, bulunabilir. Türk dili ve hayli başarılı bir geçmişi olan Türk çeviri yazınında yüksek niteliğin savunulması, niteliksizliğin de giderilmesi için çaba göstermek her okur-yazarın görevi olmalıdır. Umutla…Özellikle denizcilik çevrelerinde, Conrad’ın diğer kurgu dışı eserlerinin Türkçeye çevrilmesini bekleyenler çoktur sanırım. Mirror of the Sea ve Last Essays herhalde bunların başında gelir. Öte yandan Almayer’s Folly de bildiğim kadarıyla halen çevrilmemiştir. Bu da bir başka eksiklik gibi görünüyor. Bu kitapların güzel çevirilerini yapacak birileri mutlaka vardır. Ve belki de şu anda çalışıyorlardır. [1] Joseph Conrad, Kişisel Bir Belge, Çev. Nilay Öztürk, Alakarga Yayınları, İstanbul 2013, 160 s. < Geri
|