İznik’in Genç Viyolacıları

Bu yazı Sevda-Cenap And Müzik Vakfı’nın bülteni Müzik Dosyası‘nın Eylül 2009 tarihli sayısında (s. 16-21) yayınlanmıştır

İnegöl ve Yenişehir üzerinden, demek ki güneyden İznik’e giden yolcu, Aydan Dağı’nın doruğuna yaklaştığında, kuzey aklanındaki virajlı yoldan ovaya doğru inişe geçmezden hemen önce, herhalde 400, 450 metre kadar bir yükseklikten, gölün doğu kıyılarını ve tarihi kentin tamamını görür. Ve belki, “Gemliğe doğru denizi ilk gördüğünde” şaşıran şair kadar etkilenir. Gölün tamamını görmesi henüz mümkün değildir. Dağın solda kalan doruğu görüşü engellemektedir. Bunun için ovaya doğru alçalması gerekecektir.

Temmuz ayının ortalarında, üç yanı zeytinliklerle, batısıysa sabahları ağır bir pusun altında ezilmiş ve renklerini yitirmiş gölle çevrili İznik, tarihteki önemini kanıtlayan görkemli anıtların çevresinde, tarım ağırlıklı ve ağır tempolu taşra yaşamının dinginliğini sürdürmektedir. Ama her yıl Temmuz ayında, Marmara Bölgesi’nin bu küçük kentinde alışılmadık bir etkinlik düzenlenir: Genç viyolacılara yönelik bir eğitim programı.

İznik 038

Konser odası

Uzun yıllardan beri İznik çiniciliğini, bu sanatın Osmanlı İmparatorluğu’nun klasik döneminde ulaştığı düzeydeki işleri örnek alarak canlandırmak, bu çinileri uluslararası düzeyde tanıtmak, amacıyla araştırma, eğitim ve üretim yapmakta olan İznik Eğitim ve Öğretim Vakfı’nda, bu temel faaliyetin yanı sıra her yaz, Türk ve yabancı viyolacılara yönelik bir haftalık bir “viyola kampı” düzenlenmektedir. Vakıf, kentin güney kesiminde, birbirini izleyen üç siyasi yapının mirası surların ve Roma tiyatrosunun hemen yakınında, göle dikey Vakıf Sokağı’nda, zeytinin egemenliğindeki çok ağaçlı, çok çiçekli, çok otlu geniş bir alana yerleşmiştir. İşte burada, yazları bir hafta süreyle “İznik çinisi” üreten sanatçı işgörenlerle viyola sanatçıları yan yana çalışırlar.

Bu çalışmaların sonunda yapılacak konseri izleme daveti, bende birkaç gün öncesinden gidip, bir “ustalar sınıfı” çalışmasını ve öteki faaliyetleri izleme isteği yarattı. Kampın dördüncü günü, hayli sıcak bir öğle sonrasında Vakfa ulaştım. Vakfın, müstakil bir ahşap yapı biçiminde tasarlanmış “müzik ve konferans odası”, çini atölyelerinin yeraldığı binanın üst katındaki sergi salonu, konukevinin taraça biçimindeki tavan arası, bahçedeki kerpiç fırının önü, çardağın altı, zeytin ağaçlarının gölgesi, her yer, kimileri bildik ezgiler çalan, kimileriyse gam ve arpej ya da etütleri yineleyen viyolacılar için uygun çalışma mekânı sayılmışa benziyordu.

İznik 068

Besteci Nejat Başeğmezler, eserini çalıştırıyor

Bu yaz (2009) 14-20 Temmuz tarihlerinde dördüncüsü gerçekleştirilen Uluslararası İznik Viyola Kampı’na üçü yabancı toplam yirmi iki genç viyolacı katılmıştı. Leipzig Hochschule für Musik’de öğretim üyesi Prof. Tatjana Masurenko, Ankara Devlet Konservatuarı öğretim üyesi Prof. Betil Başeğmezler ve kendisi de aynı zamanda viyola sanatçısı olan besteci Nejat Başeğmezler’in yönetimi altında çoğunluğu konservatuarların yüksek bölümlerinin öğrencisi, birkaçı da lisanslarını bitirmiş viyolacılar sanatlarını geliştirmek amacıyla yoğun bir çalışma haftası geçirdiler. Bu çalışmanın son birkaç gününü neredeyse imtiyazlı bir gözlemci olarak izledim. Her iki hoca da derslerini izlememe ve fotoğraf çekmeme izin verdiler.

Öğrencilerin farklı yaşlarda ve farklı düzeylerde oluşu, ustalarla yaptıkları bireysel –ama isteyen diğerlerinin de izlediği, hattâ bir bölümün izlemeye teşvik edildiği– derslerin muhtevasını ve yöntemini belirlemekteydi. Daha gençlerle yapılan derslerde, teknik sorunlar ön plana çıkarılırken, viyola öğrenimlerinin daha ileri safhalarındakilerle yapılanlarda, müzikalite ve yorum ağırlık kazanmaktaydı.

Kampa Japon piyanist Miki Hashimoto ile Alman yaylı saz yapımcısı Jürgen Manthey de katılıyordu. Bayan Hashimoto, konser hazırlıklarında ve konserde piyano eşliklerini çaldı. Bay Manthey ise, Eskişehir konservatuarından katılan üç saz yapım öğrencisiyle çalışıyordu. Onlar, ya çardak altındaki uzun masada, ya da fırının önündeki taşlıkta bulunan iki tezgâhta, sazların gerek gövdeleri gerekse değişik parçalarının üretimi, birleştirilmesi, cilalanması, ayarlanması ile uğraşmaktaydılar. Yaylı saz yapım ustası J. Manthey de Bn. Masurenko gibi, ilk yılından beri İznik Viyola Kampı’na katılıyor. Bir yandan “çırakları” eğitirken bir yandan da kampa katılan öğrencilerin sazlarını elden geçiriyor. Yaylarının kıllarını değiştiriyor.

Hocalarla bireysel dersler dışında yaşam açık havada geçiyordu. Kimin hangi saatte hangi hocayla çalışacağı önceden ilan edilmiş oluyor ve dersler sabah kahvaltısından sonra başlıyordu. Dersi olmayan tek başına çalışıyor; zaman boşa akıp gitmesine izin verilmiyordu. Gerçekten kampta çalışmaların doğada, açık havada, dolayısıyla dikkati dağıtacak pek çok güzelliğin varolduğu bir ortamda, ayrıca bir de temmuz sıcağında yapılmasına rağmen, yüksek tempolu bir faaliyet geceye kadar sürüyordu.

Akşam yemeğinden sonra bu kez “Müzik odasında” kapanış konserinin provaları yapılıyordu. Bu provalarda özellikle William Walton’un Viyola Grubu İçin Adagio’su ile Nejat Başeğmezler’in Düriye’min Güğümleri Kalaylı adlı Zonguldak türküsünden yola çıkarak Beş Grup Viyola ve –ad libitum- Darbuka için bestelediği aynı adlı eserini hazırlayışlarını izlemek çok ilginçti. Gerçekten öğretmenleriyle birlikte genç viyolacıları, eseri ilk deşifre edişlerinden,  sadece üç provada, ama her provada çok kez yeniden çalarak konserde çalacak hale gelişlerine kadar, adım adım ilerleyişlerini ve özellikle eserin yorumunun, öğretmenlerin ve bestecinin katkılarıyla nasıl biçimlendiğini hayranlıkla izledim ve etkilendim. O arada besteci ile icracılar arasındaki etkileşim de belirginlik kazanıyordu. 9/8 aksak ritminden ötürü yabancılara sanki biraz güç gelen eserini, Nejat Başeğmezler, önceleri perküsyon aleti kullanmak yerine el çırparak çalıştırdı.

Cumartesi günü akşamüstü konukların izleyeceği konser hazırlıkları süredursun, o sabah İznik’in kuzeydoğusundaki Elbeyli kasabası yakınlarındaki iki tarihi eseri görmeye gittim. M.S. 1. yüzyıldan kalma üçgen prizma formunda beş parçadan oluşan Dikilitaş ile herhalde Miladın çok öncesinden kalma Merdivenli Kaya’yı gördüm. Formu itibariyle diğer dikilitaşlardan çok farklı bu yapıt etkileyici, yakın bir zaman önce gerçekleştirildiği anlaşılan çevre düzeni başarılı, etrafı bakımlıydı. Buna karşılık Merdivenli Kaya’nın biraz kendi başına bırakılmış hali vardı. İznik’in merkezine sadece 8-10 km uzaklıktaki bu eserleri İznik’e gelenlerin ihmal etmemelerini içtenlikle öneririm.

Bu kampın genç müzisyenler için çok önemli tarihi anıtları görme açısından da yararlı olabileceğini düşünmüştüm. Bilindiği gibi, İznik’in içinde de hepsi çok kısa yürüme mesafesinde çok sayıda önemli eski eser bulunuyor. Nitekim sonradan Nejat Başeğmezler’le görüşürken, buraya müzik eğitimi için gelen gençlere, bir tarihi İznik gezisi de yaptırdıklarını öğrendim.

Akşamüstü Vakıf’a döndüğümde havanın tamamen değiştiğini farkettim. Vakıf Sokağında, park etmiş otomobil sayısı –aralarında resmi plakalı araçlar da olmak üzere- artmış, konser hazırlıkları tamamlanmış, o zamana kadar “tatildeki genç kılığı” ile görünen viyolacılar, “sahneye” çıkmak için giyinmişlerdi. O arada bir öğrenci değişim programı ile İznik’te oldukları anlaşılan, on-beş yirmi kişilik bir yabancı genç grubu da konseri izlemeye gelmişti. Vakıf Başkanı Prof. Dr. Işıl Akbaygil aralarında İznik Kaymakamının da bulunduğu konuklarını ağırlıyordu.

İznik 3 052

Konser odasında dinleyiciler

“Müzik odasının” sıraları hızla doldu. Ama Temmuz sıcağının tehdidi çok belirgindi. Odanın hava soğutma cihazı ve tavanda asılı pervaneler sessizdi, gene de durdurmak gerekti. Çünkü yarattıkları hava akımı, rahlelerin üzerindeki notaları uçurmaktaydı. Birkaç mandal bulunabilseydi eğer belki çare olurdu. Programlar yelpaze olarak kullanılmaya başlandı. Ama izleyiciler K. Stamitz, G. Fauré, B. Bartok, J. S. Bach, R. Schumann, Rolla’nın eserlerinden bölümler ile H. I. F. Biber’in Paasacaglia’sı ve W. Walton’un Adagio’sunu keyifle izlediler. Konser, bütün öğrencilerin öğretmenleri ve besteciyle birlikte seslendirdikleri “Düriye’min Güğümleri Kalaylı” ile son buldu. Walton’un dingin ve içli Adagio’sundan sonra, bu eserin yürük, dinamik, neşeli karakteri coşku vericiydi.

İznik 3 123

Konser sırasında “Dürriye’min Güğümleri Kalaylı” türküsü seslendiriliyor

Konser sonrasında henüz güneş batmamıştı, konserden başarıyla çıkan genç müzisyenler ve hocaları sevinçle birbirlerini kutladılar. Onlar, başarıyla biten eylemin coşkusunu, alkışların keyfini, izleyicilerse Walton’un duygu yükünü ve Başeğmezler’in neşesini duyumsamayı daha uzun zaman sürdürdüler.