Buz Okyanusu Kıyılarında Morslar

[Bu yazı, Gezi dergisinin  Mart 1998 tarihli 6.sayısında ( s. 32-35)  yayınlanmıştır. Bütün fotoğraflar yazarı tarafından çekilmiştir

Kuzey Buz Okyanusunda ve ona açılan denizlerin kuzey kesimlerinde yaşayan morsları (Odobenus rosmarus), 1995 ve 1996 yıllarında, Svalbard Takımadasının değişik yörelerinde, suda, yüzen buzlar üzerinde ve karada gözleme olanağını buldum.

 

Svalbard harita

Svalbard takımadaları

15 Ağustos 1996, saat 7.30. Kuzey Buz Okyanusunda, Norveç egemenliğindeki Svalbard Takımadaları’nın ikinci büyük karası Nordaustlandet’in  (Kuzeydoğu Toprakları) kuzeyinde yaklaşık 80 derece 40 dakika dolayında, doğu yönünde enlem seyrindeyiz. Hava kapalı, bulutlar hayli alçak. Kuzey Rep Adasını (Nordre Repöya, 80°28’K-24°D) geçtikten sonra güney doğuya yöneliyoruz. Bu enlemde, iki boylam arasındaki mesafe sadece 10 mil kadar, dolayısıyla her saat başı bir derece daha doğuda oluyorsunuz. Bu hesapla rüzgâr ve deniz böyle kalırsa dört saat sonra Stor adasının kuzeyinden geçeceğiz. İskele tarafında, ufukta, denizle bulutların birleştiği noktada sanki bir kara varmış gibi görünüyor. Oysa bu bir yanılsama. Çünkü kuzey yönünde sadece Buz Okyanusu var. Buzla ise, şu sıralarda görülemeyecek kadar uzakta. Bu yanılsamayı yaratan iyice alçalmış bulutların etekleri. Sancak tarafındaysa Nordaustlandet’in kuzey kıyıları belirgin, ama kıyının yükseklikleri alçalmış bulutların arasında kayboluyor. Deniz, kıyılar, gökyüzü ve bir de Svalbard’ın çizgi çizgi, üst üste istiflenmiş dağ bulutları, görüş alanını her biri ayrı renkte ama sınırları biraz belirsiz yatay parçalara ayırıyor.

5-35

Phipps Adası’nda yürüyüş kolu

 

Dün “gece”, (aslında gece değil doğal olarak, çünkü bu mevsimde, bu enlemde gece yoktur, sadece saati söylemek gerek) 23.30 civarında Phipps Adasından hareket ettik. Hedefimiz, Svalbard takımadalarının kuzeydoğu ucundaki Kvitöya, ya da Kvit Adası. Geçen yıl, gerçi mevsimin daha ilerlemiş bir döneminde, ağustosun son günlerinden birindeydi, Kvit adasına güneyden yaklaşmaya çalışırken, Nordauslandet’in doğusunda, yaklaşık 79°25′ kuzeyde, adaya daha 70 küsur mil mesafedeyken, buzlar yolumuzu kesmişti. Geri dönmek zorunda kalmıştık.

Buzlanın güney sınırı her mevsim değiştiği gibi, aynı mevsimde yıldan yıla da değişir. Onun için haritalarda bu sınır her mevsim için en dar ve en geniş sınırlar olarak iki ayrı eğriyle gösterilir. Kvitöya’nın çepeçevre buzdan arınmış olduğu süre pek kısadır. Ama bu kez, hattâ kuzey-batıdan, Kvitöya’ya yaklaşmak mümkün olacak.

Saat 11.00. Deniz hafif çırpıntılı, Stor Adasına (Storöya) yaklaşıyoruz. Ada, sancak baş omuzluğu doğrultusunda göründü. Denizin koyu ve soğuk maviliği uzaklarda bir yerde ince bir çizgiyle sınırlanıyor: Stor Adasının kıyıları. Bu çizgi, pus nedeniyle perdelenmiş gibi görünen bir beyazlık altında iyice eziliyor. Hafif bir eğimle yükselen kara, karlar altında. Karın, bu ışık altında soluk beyazlığı ile gökyüzünün kurşuni maviliği, aralarında belirgin bir sınır olmaksızın iç içe geçiyor. Adanın silueti pek belirsiz.

Köprüde, dümende bulunan ve arada bir dürbünüyle ufku tarayan birinci zabit Karsten, yaklaşık 3 mil açığında seyrettiğimiz Stör Adası (Storöya) kıyılarında büyükçe bir mors sürüsünün göründüğünü bildiriyor ve geminin yolunu düşürüyor. Köprüye gelen kaptan Per, dürbünüyle kıyıları tararken, mors popülasyonunun bir bölümünün de sahile yakın sularda bulunduğunu farkedip adaya yarım mil mesafeye kadar yaklaşma ve şişme botları hazırlama emrini veriyor.

Origo, Stör Adası açıklarında demirde

Origo, Stör Adası açıklarında demirde

Bu yüzyıl ortalarına kadar ticari amaçlarla sürdürülen yoğun avlanma sonucunda Svalbard’da mors popülasyonunun sayısı 1952 yılında tahminen yüze kadar düşmüştü. O tarihten bu yana koruma altında olmaları nedeniyle, çoğalmaya başlamıştır. 1980’lerin ortalarında bine ulaştığı tahmin ediliyordu.[1] Bu durumda rastladığımız sürü, Svalbard için, hayli önemli bir hacimdeydi.[2] Daha sonra sürüye yaklaştığımızda, otuz, otuz beşi karada olmak üzere yaklaşık elli baş sayacaktık.

Yirmi dakika sonra demir atıldı. Pozisyonumuz 80°08’K. 27°57’D. Derinlik 28 m. Hava sıcaklığı 2°C. Karadaki morslar çıplak gözle bile seçilebiliyor gibi. Kıyıda, buzdan arınmış dar şeritte, toplu olarak yatıyorlar. Sudakiler ise daha belirsiz. Ancak dürbünle görülebiliyorlar. İki zodiak ardı ardına denize indirildi. Yedek benzin bidonları zodiaklara yerleştirildi. Parkaların üzerine can yelekleri geçirildi. Fotoğraf makineleri ve kameralarla birlikte iki zodiaka dağıldık. Birincisine kaptan Per, ikincisine ise birinci zabit Karsten önderlik edecek. Gemide birinci çarkçı ile aşçı ve onun yardımcısından başka kimse kalmadı.

Zodiaklar, hızla kıyıya doğru yol almaya başladılar; bu hızda ve içindekiler de arkaya doğru oturdukları vakit burunları bir metre kadar havaya kalkıyor. Hafif çırpıntılı denizde hızla ilerleyen ve burnu kalkıp kalkıp denize vuran zodiakın iki yanında birer su perdesi havalanıyor. Bunlardan, rüzgârın geldiği yönde havalananı, düşerken o tarafta yerleşmiş olanları ciddi biçimde ıslatıyor.

Kıyıya yaklaştıkça, morsların yalnız olmadığını, iki kutup ayısının yüz metre kadar ilerilerinde bulunduğunu görüyoruz. Böyle açınsama gezilerinde rastlanılan her ayı, her ren geyiği, her kutup tilkisi, her mors, her fok, ayırdedilen her kuş türü, nerdeyse bir zafer tadı veriyor ve deftere özenle kaydediliyor. Genelde birbirlerine kayıtsız kalan, birbirlerine ilişmeyen morslarla kutup ayılarını, doğada, birarada görmek pek sık rastlanılan bir olay değil.

Ancak ayıların varlığı, özellikle geçen yılki Kiepertöya faciası nedeniyle, kıyıya çıkılmasına engel oluyor. Yol keserek birbirine yaklaşan iki zodiak lideri arasında kısa bir görüşme sonunda karaya çıkılmadan, denizdeki morslara mümkün olduğu kadar yaklaşarak onları izleme kararı veriliyor. Ve iki zodiak ile denizdeki morslar arasında iki saat kadar sürecek bir tür dans başlıyor.

6-29a

Tehditkar bakışlarıyla yaşlı bir mors

Denizdeki mors sürüsü on beş kadar bireyden oluşuyor. Arktika’da ve ona bitişik soğuk sularda yaşayan ve yüzgeçayaklıların en büyük ve en güçlüsü olan morsların (Odobenus rosmarus) iriliği su içinde tam olarak belli olmuyor. Ama yetişkin erkek bireylerin boyunun ortalama 3 metre ve ağırlığının da 300 kg. civarında olduğunu biliyoruz. Bunlardan birkaçını bir gün önce Phipps adasında karada görmüş ve görüntülemiştik. Bir metreden büyük ve yaklaşık 45-70 kg. arasında doğan yavruların da bulunduğu bir sürüyü ise iki gün önce Murchison fiyordunun kıyılarında izlediydik. Sürü, zodiaka doğru yüzüp üç beş metre mesafede durup suda dikiliyor ve homurtular içinde ve hayli sinirli deviniyor. Bu kadar yakında olunca yaydıkları kokuyu duymak mümkün. Açık havada bu kokuya dayanmak o kadar zor olmuyor.

Kimi zaman, içlerinden biri, “yarı beline kadar” sudan çıkarak, görkemli dişleriyle tehdit edici bir biçimde kauçuk bota yaklaşıyor. Bu diş gösterisi, hasmı, (genelde diğer morslar, buradaysa zodiaklar) korkutmaya ve geri çekilmeye zorlamaya yönelik. Hem dişiler hem de erkeklerde, üst köpekdişleri yaşla birlikte uzuyor. Bu dişler savunma dışında, denizde buz pidelerinin üzerine çıkmakta bir beşinci uzuv olarak, ve buz altında hava deliği açmakta işe yarıyor. Bir diş darbesiyle bot yara alabilir. Gerçi tek bir yara ile botun batması mümkün değil, ama sürünün zodiakı devirmesi mümkün. Kafaları gövdelerine göre küçük. Patlak gözlerinde hiç bir sevimlilik yok. Başlarını havaya kaldırdıklarında iyice belirginleşen burun deliklerinin altında, nerdeyse cetvelle çizilerek dikilmiş gibi düzenli sıralar halinde açık renkli sert ve kalın kıllar bulunuyor.

Morsların rengi, yaşlarına göre değişiyor. Doğuşta koyu renkli yavrular, büyüdükçe tarçın-kahverengine dönüyor. İyice yaşlı bireylerin -bu yüzgeçayaklılar 30 yıldan fazla yaşayabiliyor-  rengi açılıyor. Kahverenginden kirli sarıya dönüyor. Erkeklerin boyunlarında ve gövdelerinde yer yer pigmentsiz yerler, dolayısıyla beyazlaşmış lekeler görülüyor. Uzun süre güneşte kalınca da pembeleşiyorlar. Demek ki su içinde renkleri daha koyu. Yetişkin bireylerin boyun ve omuzlarında deri kalınlığı dört santimetreye ulaşıyor ve hayvan hareket ettikçe bu deri kıvrım kıvrım buruşuyor. Ancak su içindeki devinimleri sırasında bu derinin ve altında on beş santimetreye ulaşan yağ tabakasının özelliklerini görmek mümkün değil. Sudaki hareketleri daha kolay ve derileri daha gergin ve kaygan duruyor. Ama gene de su içinde bile çok hantal yaratıklar. Paldır küldür dalıp çıkıyorlar.

Daldıktan bir süre sonra ya hemen yanıbaşımızda, ya da elli altmış metre ilerde, gene bir fokurdama içinde birbirlerine çarpa çarpa, birbirlerini ite kaka ve homurtular arasında yüzeye çıkıyorlar. Zodiakın yakınında birden yüzeye çıkan, gürültüyle ve su püskürterek nefes alıp veren sürünün ürkütücü olduğunu belirtmek gerek.[3] Neyse ki botu kuşatmayı denemiyorlar.

Beş parmakla son bulan yüzgeçleri denizde, yüzeyden bakıldığında hep suyun içinde kaldıklarından farkedilmiyor. Suda arka yüzgeçlerini kendilerini itmek için ön yüzgeçlerini ise yönelmek için kullanıyorlar. Karada ya da buz üzerinde ise bu yüzgeçler gövdeyi havaya kaldırmaksızın sürükleyen ya da iten dört ayak görevi yapıyor -diğer yüzgeçayaklılardan farklı olarak morslar arka yüzgeçlerini öne kıvırabiliyorlar-. Karada bu sürükleniş sırasında neredeyse şekilsiz bir yağ kitlesi gibi gövdelerini titrete titrete, yerden bir toz bulutu kaldırarak, birbirlerini ezerek kendilerini suya atıyorlar.

Sudaki morslar hareketsiz zodiaka doğru tekrar tekrar merakla, belki korkuyla, ama mutlaka tehditkâr, yaklaşıyorlar. Üç metre kadar yaklaştıklarında, kıçtan takma motora gaz veriliyor. Çıkan gürültüden ürken hayvanlar, denizi iyice hareketlendirip, iyice köpürtüp tepe üstü dalıyorlar ve uzaklaşıyorlar. Bir süre sessizlik. Tepemizdeki deniz kırlangıçlarıyla (Sterna paradisaea) ve uzaktan, kıyıda koyun koyuna yatan morslarla ilgileniyoruz. İki kutup ayısı şimdi sürü ile deniz arasında dolanıyor; ayılarla morslar birbirlerini önemsemez havadalar.

Denizdekiler iyice görünmez oldular. Zodiak hareket ediyor, daireler çizerek kıyıdan biraz uzaklaşıyoruz. Az ilerde bir yüzen buz üzerinde tek başına yatan morsa yaklaşıyoruz. Aslında morslar, kıyıdakilerin ve sudakilerin kanıtladığı gibi, grup halinde birlikte yaşamayı, sürekli bedensel teması seviyorlar. Hattâ karada dinlenirken birbirlerine iyice sokularak ve analarının sırtındaki iyice küçük yavruları da düşünecek olursak üst üste, bir yığın halinde duruyorlar. Yüzen bir buzun üzerinde tek başına bir mors görülürse, bunun artık başkalarına tahammülü kalmamış bir yaşlı erkek mors olduğuna kesin gözüyle bakılabilir.

Ama ona yaklaştığımızda, dişlerinin uzunluğuna bakınca o kadar yaşlı olmadığı ortaya çıkıyor. Fakat tek başına bu buzun üstünde yatıyor olması bir hastalığın da belirtisi olabilir. Çevresinde iki tur atınca, rahatsız olup yavaşça denize kaydırıyor ağır ve yumuşak gövdesini. Morslar galiba sadece buz üstünde zarif olabiliyorlar.

Biraz önce suya dalan mors sürüsü, yaklaşık çeyrek mil ötemizde yeniden yüzeye çıkıyor. Kıyıdakilerden birkaçı denize doğru sallana yuvarlana ilerliyor. Diğerleri yerlerinde, kıpırtısız. Sürü ile deniz arasında dolanan iki kutup ayısı şimdi uzaktalar. Herkes yorgun. Kaldı ki yaban doğada hayvanları fazla uyarmamak, rahatsız etmemek, onların topraklarında bulunduğumuzu unutmamak gerek. Aksi halde saldırganlaşıyorlar.

Saat 15. Demir alıyoruz. Kvitöya’ya kadar önümüzde kırkbeş millik bir yol var. Yaklaşık beş saat sürer. Dümende bu kez usta gemici Stina: 30’larının başında, saçları kendinden meçli -belki de boyadır bilemem- mavi gözlü, kimi zaman gözlüklü, sarışın bir kadın. Gülmeye hazır. Kahkahaları sık sık duyuluyor geminin muhtelif mekânlarında. “Sen buralara nasıl geldin?” diye soruyor. Ona, Marmara Denizini bile kışın, kurşuni bir gökyüzünün altında, daha çok sevdiğimi anlatıyorum. “Bense” diyor “Akdeniz’i özlerim hep; ama buraları da pek severim doğrusu”; ardından bir kahkaha daha. Denizde tek tük yüzen buzlar görünmeye başladı. Bunlar oldukça küçük buz pideleri ve henüz geminin seyrini etkileyecek yoğunlukta değiller. Stina, otomatik dümenden çıkmaya bile gerek görmüyor. Arada bir, yüzen buzların geminin bordasına çarptığını duyuyorum. Deniz sakin; gökyüzü gene kapalı.

 Ankara, 6-12 Ağustos 1997


[1] Fridtjof Mehlun, The Birds and Mammals of Svalbard, Norsk Polarinstitutt, Oslo 1990. s. 107.

[2] Yeryüzünde, Odobenus rosmarus rosmarus (Atlantik morsu, fotoğraflarda görülenler) ve Obenus rosmarus divergens (Pasifik morsu, Bering Boğazı ile Alaskanın kuzey kıyıları ve Çukçi ve Doğu Sibirya denizleri kıyılarında yaşar) adını alan iki alt türden oluşan tüm mors popülasyonu için 1980’li yıllarda 150.000 ile 250.000 başlık tahminler ileri sürülmüştür. (S.H. Ridgway and R.J. Harrison, Hanbook of Marine Mammals, Vol I. Academic Press, London, 1981. s.6.; R. M. Novak and J.L. Paradiso, Mammals of the World, Vol. II, J.Hopkins Univ. Press, Baltimore, 1983. s.1111.

[3] O tarihte Fridtjof Nansen’in anılarını okumuş olsaydım eğer bu ortamı çok daha ürkütücü bulurdum şüphesiz. Fram ekspedisyonu (1893-1896) sırasında Nansen, mürettebattan Johansen’le birlikte 14 mart 1895’te gemiyi terkederek, buzla üzerinde kutba doğru yola çıkar. 86°10’K-95°D. noktasına kadar gidip oradan dönüşe geçerler. Dönüş yolunda Franz Josef Toprakları’nda, değişik koşullarda morslarla karşılaştıklarında atlattıkları tehlikeleri, o arada morsların kano-kayaklarına saldırılarını ekspedisyonu konu alan kitabında anlatmıştır. Bknz. F. Nansen. Vers le Pôle, trad. par Ch. Rabot, Présentation par J.-L. Etienne, éditions Hoëbeke, Paris 1996. s. 192, 199, 204-5. ⇑