Bir Sergiden Tablolar
![]() Johann Haselberg von Reichenau’nun, Kanunî’nin Avusturya seferini işleyen duvar haritası, 1530. (Norfolk, Holkham Hall Kütüphanesi, Leicester Kontu’nun koleksiyonu) Bu yazı, Hürriyet Gösteri dergisinin, Mart-Nisan Mayıs 2015 tarihli 315. saayısında yayınlanmıştır.Rönesans Döneminde Avrupa’nın Osmanlı’ya Bakışı
Brüksel Güzel Sanatlar Sarayı’nda, BOZAR ile Polonya Krakov Ulusal Müzesi’nin ortaklaşa düzenlediği, “Sultan’ın İmparatorluğu, Rönesans Sanatında Osmanlı Evreni” konulu sergi 26 Şubat 2015 günü açıldı. Sergiye Viyana Sanat Tarihi Müzesi ve Antwerpen Kraliyet Güzel Sanatlar Müzesi de katkıda bulunmuş. Serginin tasarımını Viyana Sanat Tarihi Müzesi’nden Dr. Guido Messling, Leipzig Üniversitesi Doğu-Orta Avrupa Tarih ve Kültür Merkezi’nden (GWZO) Dr. Robert Born ve Krakov Ulusal Müzesinden Michał Dziewulski yapmış. Serginin Arka PlânıBu sergi, Avrupa Birliği fonlarıyla desteklenen ve ortakları arasında İKSV’nin de bulunduğu. “Osmanlılar-Avrupalılar: Beş Yüzyıllık Kültür İlişkileri” temalı bir projenin parçalarından biri. Serginin amacı, “Osmanlıların, Rönesans döneminde İtalyan, Alman, Felemenk, Lehistan ve Macaristan sanatlarında nasıl yansıtıldığını keşfetme” çabası biçiminde belirleniyor. İki kültür küresi arasında etkileşimler vurgulanıyor. BOZAR’ın yöneticisi Paul Dujardin, sergi kataloğundaki yazısında, bu serginin, Türk/ Ortadoğu/ İslâm dünyasıyla Batı dünyası arasındaki karşılıklı zarar verici suçlamalara bir çıkış yolu önerdiğini belirtiyor ve şöyle yazıyor: “Bu sergi için biraraya getirilmiş sanat eserleri ve nesnelerin ardında, Avrupa ile İslam dünyasını karşı karşıya getiren büyük sorunlara, nüanslı bir yanıt bulma girişimi bulunmaktadır. Bu sanat eserleri, bizim ötekine ilişkin algımızı ne ölçüde inşa ettiğimizi, ama aynı zamanda o algıyı yıkma ve uyarlayabilme yeteneğine de sahip olduğumuzu gösteriyor. ‘Ötekileri’ şeytansılaştırarak ‘bizimkileri’, onlara karşı yürüttüğümüz mücadelede seferber edebiliyoruz. Ama bir diyalog, bir alış-veriş, bir uygarlık ancak ötekinde kısmen kendimizi bulduğumuzda mümkün olabilir.” Ona göre “sanat hem ötekinin hasım imgesini biçimlendirir hem de iki evrenin en iyi yönlerini biraraya getirir”. Ama bu yazıda, Osmanlı/Türk dünyası ile Ortadoğu/Arap dünyası arasındaki sınır ne yazık ki hayli belirsiz. Yazarın, belki de son yıllardaki kimi olaylardan düşüncesini yeterince uzaklaştıramadığı ve İslam niteliği ve Osmanlı’nın Arap coğrafyasında uzun sürmüş egemenliği nedeniyle, bu ikisini birbirinden yeterince ayıramadığı izlenimi doğuyor. A. Malouf’tan aktarılan “Arapların Batı’yı her zaman doğal bir düşman gibi gördükleri” tespiti ile Osmanlı evreni arasındaki ilişki ne olabilir? Osmanlı için bu söylenebilir mi? Bunun olsa olsa tersi doğrudur. Öte yandan Araplar’ın Osmanlı/Türk dünyasına karşı tavırları da zaten ayrı bir tartışma konusudur. BOZAR yönetimince bu sergi ve proje için hazırlanan ön belgelerde projenin bütünü, oldukça iyimser bir biçimde TR-AB ortaklığı ile de ilişkilendiriliyor. Sergi her ne kadar parlak olsa da, AB ile o nafile ortaklığın bundan bir yarar sağlamasını beklemek herhalde pek gerçekçi sayılmaz. Bu kanımca daha çok AB retoriğinin bir unsurudur. Katılma müzakerelerini yürütmesi siyaseten engellenen AB Komisyonu böyle projelerle avunuyor ve avutuyor gibi sanki. Özenli Sergi Tasarımı, Değerli EserlerSergi esas itibariyle 15. yüzyıl ortalarından 16. yüzyıl sonlarına kadar olan dönemi, Quatrocento ve Cinquecento’yu kuşatıyor. Bu dönem kabaca Avrupa’da Rönesans ile Osmanlı’da Yükseliş Dönemi’nin üst üste geldiği dönemdir. Hayli geniş bir alana yayılan sergide eserler yedi başlık altında derlenmiş olarak sunuluyor. Sunum, zaman, mekân –coğrafya– ve değişen dünya temasıyla başlıyor. Bu “zaman”, Osmanlıların Balkanlar’dan Orta Avrupa’ya doğru ilerleyişinin Avrupalılarca korku ve endişeyle izlendiği dönemdir. Bu duygular ve sıkıntıların yolaçtığı merak ve endişenin sanatta ifadesi, dışavurumu yansıtılıyor. Savaşların, özellikle Avrupalıların zaferiyle bitenlerin işlendiği eserlerin yanısıra bu tehdide karşı Hristiyanları seferberliğe çağıran eserler, alegoriler ve haritalar yeralıyor. Bunlar içinde yaklaşık 20 m2 büyüklüğünde bir yün-ipek duvar halısı ile ahşap baskı iki harita özellikle dikkat çekiyor. Hollanda’da dokunmuş duvar halısında, aynı zamanda İspanya tacının da sahibi V. Karl’ın, Osmanlıların egemenliğindeki Tunus’u geri almak için 1535 yılında Halk-el Vaâd (La Goulette) kalesine yaptığı saldırı işleniyor. Ayrıntılar, İspanyol donanmasının özelliklerini yansıtıyor. Saldıran gemiler arasında hem kadırgalar hem de kare ve Lâtin yelkenli karavelalar var. Ayrıca Halk-el Vaâd’in iç limanı ve onu Akdeniz’e bağlayan boğaz ayrıntıyla betimleniyor. Belgesel niteliği böylece güçleniyor. Kaldı ki bu halılardaki tasvirler, -bunlar aynı atölyeden çıkmış bir dizi halıdır- savaşı bizzat izlemiş Jan Cornelisz Vermeyen’in yaptığı çizimlere dayandırılmış. ![]() Hartmann Schedel’in 1493 yılınde Nuremberg’te basılan Liber Chronicarum adlı kitabında Tarihi Yarımada ve Galata’nın tasviri (Belçika Kraliyet Kütüphanesi) Haritacı G. A. Vavassore’nin 1520 yılına tarihlenen ahşap gravür baskısı, doğudan kuşbakışı İstanbul haritası, Tarihi Yarıma’dayı ve Galata’yı kuşatıyor. Çevreleyen sularda, Türk kadırgaları ile Hıristiyan yelkenlileri, Haliç’te iki kıyıyı birbirine bağlayan kayıkçılar resmedilmiş. Topkapı Sarayı, Aya Sofya ve başka anıtlar işaretli. Beyoğlu sırtlarında bağlar olduğu kaydediliyor. Sanat, Propaganda ve Kışkırtmaİkinci ve daha ilginç haritaysa bir tür illüstrasyon niteliği taşıyor. Kanunî’nin 1529 Viyana seferini konu edinen, 62×98,5 cm boyutlarında bir belge. Johann Haselberg tarafından 1530 yılında Nürnberg’de basılmış bu ahşap baskı harita çok kısa bir süre önce, 2007 yılında, İngiltere’de Norfolk’taki bir şatonun kütüphanesinde bulunmuş. İkinci bir kopyası henüz yok. “Descriptio Expeditionis Turcicae Contra Christianos Anno Domini M D XXIX” başlıklı ve imgelerle bezeli haritada Osmanlı güçleri, Kostantiniye’den Viyana’ya kadar uzanan, topları ve develeriyle birlikte ilerleyen atlı ya da yayalardan oluşan bir ordu seli biçiminde resmedilmiş. Seferi ve zamanın Avrupa’sında diğer devletlerin ya da monarkların konumunu canlandırma amacıyla, haritada önemli topografik deformasyonlara gidilmiş olduğu görülüyor. Viyana’ya uzanan Osmanlı ordusunu, başlarında taçlarıyla resmedilmiş İspanya, İngiltere, Fransa, Bohemya, Macaristan, Rusya monarkları izlemektedir. Bu haritanın ekinde, gene ağaç baskısı kapaklı bir kitapçık sergilenmektedir: Des Türkischen Kaysers Heerzug. Açıklamalara bakılırsa bu kitapçıkta 1529 seferine ilişkin olaylar ile Hristiyan Orta Avrupa’nın içinde bulunduğu durum nakledilmekte ve bu kez Osmanlı’ya karşı yeni bir Haçlı Seferi çağrısı yapılmaktadır. Kapağında Kanunî, Hıristiyan inancının ebedi düşmanı, V. Karl ise Hıristiyanlığın koruyucusu olarak temsil edilmektedir. Bu bölümün parıltılı eserlerinden biri gene Avrupalıların zaferini yücelten İnebahtı Deniz Savaşına ilişkin ressamı bilinmeyen tablodur. Gerek bu tabloda, gerekse, bu bölümde sergilenen başka eserlerde, örneğin Jan Harmensz’in iki bakır gravüründe Batının zaferinin tasviri ve batılının Osmanlıya karşı coşturulması ön plandadır. Savaş tanrıçası Bellona, zafer tanrıçası Victoria, Mercure ve diğerleri onların yanındadır. Serginin öne çıkarttığı ve Avrupa Osmanlı/Türk ilişkilerinin doğasını kalıcı olarak etkilemiş olan unsurlardan biri sanatın “siyasi amaçlı kullanımıdır”. Buna Albert Dürer’in iki eseri örnektir. Söylenceye göre Roma ordusunda centurio olan Achatius, adamlarıyla birlikte Hıristiyanlığı seçer, Bunun üzerine imparator Hadrianus, onları önce bu dini reddetmeye çağırır, kabul görmeyince onları işkenceler altında öldürür. Bu olayı “10.000 Hıristiyan Şehit” tablosunda betimleyen Dürer, Hadrianus’u, başında bir Osmanlı sarığı ve kaftanıyla betimlemiştir. Birbirine karışmış tarih ve söylence Osmanlı karşıtı bir kışkırtma amacına hizmet etmektedir. Roma’da, İncil yazarlarından Aziz Yuhanna’ya yapılan işkenceyi konu alan Dürer’in bir gravüründeyse, işkencecilerin başı gene bir Osmanlı sarığı ve kaftanıyla çizilmiştir. Ama bunun yanında sergide, Protestanlığın gelişimi sırasında Türk imgesinin daha olumlu biçimde bu kez Roma kilisesine karşı, onunla mücadelede kullanılmasına ilişkin belgeler de yeralıyor. Hollanda’da II. Felipe’ye karşı ayaklanan cumhuriyetçilerin “Papa yanlılarındansa Türkler” yazılı hilal biçimli madalyonlarının bir örneği sergileniyor. Osmanlı’nın Habsburg Hanedanı ile mücadelesinin Protestanlığın yayılmasında elverişli ortam yaratmış oluşu genel kabul gören bir tezdir. Öte yandan sergide Osmanlı’nın görkemini belgeleyen eserler de var. Örneğin 1562 yılında Osmanlı heyetinin Frankfurt’a gelişine ilişkin sekiz levhalı gravür ile Osmanlı kıyafetlerine ilişkin eserler bunlardandır. Doğu’ya YolculuklarBir yanda diplomatlar, gezginler, öte yanda sanatçılar, kuşatılan dönemde, iki evren arasında bilgi ve nesneler –armağanlar- o arada lâle soğanları, taşımışlar. Sanatçıların bazılarıysa doğrudan Sultan’ın çağrısıyla İstanbul’a gelmiş. Avrupalı monarkların haraç ve verginin yanısıra verdikleri armağanlar ya da Sultanın armağanları –öncelikle kaftanlar ve değerli dokumalar- her iki yanda dönemin en seçkin ürünleriydi kuşkusuz. Bunlarda biri özellikle ilgi çekiyor: Sadrazam Sinan Paşa için, Augsburg’ta üretilmiş ama 1593-1606 Osmanlı-Avusturya savaşı nedeniyle verilememiş altın ve değerli taşlarla işli bir zırh ve miğfer. Öbür yöne giden armağanlar arasında kaftan yok, fakat altın, gümüş kılaptanlı dokuma örnekleri var. Buna karşılık kimi Avrupalı öndegelenlerin, portrelerinde Osmanlı kaftanı içinde tasvir edildikleri görülüyor. ![]() Sergi kataloğunun kapağında Paolo Veronese’nin (1528-1588) atölyesinden çıkma Yıldırım Bayezıd portresi. (Munih, Bavyera Devlet Resim Koleksiyonu.) Sultanların tasvirlerine gelince, Gentile Bellini’nin çok bilinen çok görülen Fatih portresi artık o kadar cazip gelmiyor bize bu sergideki eserler arasında. Buna karşılık, Bavyera Devlet Resim Koleksiyonu’na ait dört Sultan portresi I. Osman, Yıldırım Bayezıd, Fatih Sultan Mehmet, ve Kanunî tabloları daha az bilinir, o bakımdan daha ilginç ama onlar da nihayet, “temsili resimler”. Paolo Veronese’nin atölyesinden çıkma bu eserlerin III. Murat’ın arzusu üzerine Sokullu tarafından Vendik’e ısmarlanan ve halen Topkapı Müzesi’nde bulunan sultan portrelerine de örnek oluşturduğu belirtiliyor. Sultan portreleri dışında Bellini’nin II. Mehmet Madalyonu ve onun örnek oluşturduğu başka Fatih madalyonları, numismatik alanını da sergi kapsamına sokuyor. Bunlardan Bellini’nin Fatih madalyonu dörtyüz küsur yol sonra 1958’te Rumeli Hisarı restorasyonu dolayısıyla İstanbul’da darbedilen madalyona da örnek teşkil etmişti. Melchior Lorck fiilen İstanbul’a gelen bir başka ressam ve gravür ustası. Kutsal Roma-Germen imparatorunun elçisi Ogier Ghiselin de Busbecq’im maiyetinde Türkiye’ye gelmiş; onun da bir Kanuni gravürü var, fakat kendisinini Sultanı gerçekten görüp görmediği bilinmiyor. Buna karşılık kimi yapılar ve yeniçerileri konu alan çizimlerinin sanat değeri yanında belgesel niteliği var. Ayrıca İstanbul’a gelmiş bir başkasının, Pieter Coecke’nin, karargâh kuran askerler, koyun güden çobanlar, düğün, defin, Sultanın cuma selamlığı temalarını işleyen on levhadan oluşan, boyu dört metreyi aşan ağaç baskı dizisi gravürler arasında öne çıkan bir eser. Parıltılı Sergi KataloğuSergi dolayısıyla albenili bir katalog yayınlanmış.[1] İlk bölümünde sergiyi tasarlayanların ve başka uzmanların, tarih ve sanat tarihi alanında serginin izleği çerçevesinde fevkalade aydınlatıcı etüdleri yeralıyor. Bunlardan biri Prof. Günsel Renda imzalı. Dar anlamda katalog bölümündeyse sergilenen eserler, tarihsel bağlamları ve sanatsal özellikleriyle inceleniyor. Bu kısa incelemeler küratörler ya da başka uzmanlarca kaleme alınmış, hepsi imzalı, çok ilginç akademik notlar niteliğinde. Bu katalog aynı zamanda değerli bir ikonografya bütünü meydana getiriyor. Yanılmıyorsam bütün eserlerin fotoğrafları katalogda yer alıyor. Bu nitelikleriyle kitapseverler ve tarih meraklıları için herhalde çok cazip ve çok yararlı bir kaynak. Bu kataloğun dışında, serginin içeriğini mükemmel biçimde özetleyen ve önemli eserlerin fotoğraflarını da içeren güzel –ve sadece bir avroya satılan– bir de kitapçık/broşür var. Bu broşürde ayrıca romancı Elif Şafak’ın, bazı eserlere ilişkin özgün izlenimlerini ve bu eserlerin kendisinde yarattığı çağrışımlarını dile getirdiği metinler yeralıyor. * * * “Sultan’ın İmparatorluğu, Rönesans Sanatında Osmanlı Evreni” sergisi ilginç, cazip, ustaca tasarlanmış bir sergi. Bir yanıyla etkileyici bir sanat sergisi. Eserlerin niteliği ve özellikle türlerinin çeşitliliği olağanüstü. 16 ülkenin 70 kadar kurumundan derlenmiş eserler. Resimden ağaç baskı gravüre, silâhtan zırh ve miğfere, madalyondan maska, dokumadan halıya, haritadan, 1500 yılı öncesinde basılmış kitaplara (incunabula) kadar çok değişik malzeme sergileniyor. Bu sonuncular, eski kitaplar, izleyicide bir engellemiş olma duygusu yaratıyor. Gördüğünüz o 500 küsur yıllık güzel resimli kitaba dokunma ve sayfalarını çevirip diğer resimlerine bakmak tutkusu sarıyor insanı. ![]() 1486 tarihli bir incunabulum’dan mehter takımı gravürü. Bernard von Breydenbach’ın Peregrinatio in Terram Sanctam adlı yapıtından. (Belçika Kraliyet Kütüphanesi) Bir yanıyla da Türk-Avrupalı ilişkilerinin başlangıç tarihi ve sanatın siyasal yönü vurgulanıyor. Bir anlamda dezenformasyonun ilk örneklerini de görülüyor. Böylece bir bakıma Avrupalının 15 ve 16. yüzyıllarda Türklerle belki “nevrotik nitelikli” ilişkisinin köklerine iniliyor. Gerçekten öteki karşısında çelişkili ve ikircikli duygu ve düşüncelerin karmaşası olarak görülebilecek bir ilişkinin varlığı seziliyor bu eserlerde. Avrupalıların Türkleri siyasal art düşünce ya da hesaplar olmadan düşünmesi, tasarlaması sanki mümkün değilmiş gibi geliyor. Bu 19. yüzyılda “Doğu Sorunu” dolayısıyla bu kez karikatür sanatında da sürecek, sonra Harb-i Umumi’de dezenformasyon bu kez çok daha vahim suçlamalara zemin hazırlayacaktır. Ama öte yandan bu sergi umut veren bir tür özeleştiri. Çünkü eserlere eşlik eden metinlerde bu tavır ifşa ve ihbar ediliyor, ele veriliyor. Avrupa düşüncesinde bu özeleştiri yeteneği de Rönesans’ın bir sonucu değil mi? Sergi Brüksel’de 31 Mayıs tarihine kadar görülebilir. O tarihten sonra Polonya’da Krakov’a taşınacak ve 25 Haziran- 27 Eylül 2015 tarihleri arasında Krakov Ulusal Müzesi’ne (Muzeum Narodowe Kraków) görülebilecek. Ayrıca sergiyi düzenleyenler, kataloğun giriş yazısında, bunu İstanbul’da da tekrarlayamamaktan ötürü üzüntülerini belirtiyor ve “mevcut bazı siyasi-kültürel koşulların bunu engellediğini” belirtiyorlar. Türk müzelerinin ve diğer kamu kurumlarının hiçbir katkısının olmayışı da muhtemelen aynı nedene bağlı. Bu girişim belki Türk sanat tarihçilerini de, bu kez Osmanlı’dan batıya bakış konulu simetrik bir sergi düşüncesine götürebilir. Gerçi aynı ikonografik zenginliği bulmak bilinen tarihsel nedenlerle mümkün değildir. Ama yapılabilecek birşeyler herhalde vardır. ÖB 22.3.2015
[1]L’empire du Sultan, le monde ottoman dans l’art de la Renaissance, Lannoo/Bozar Books, Tielt. 2015. 32×24 cm, 296 s. -12 s. kaynakça- Flamanca baskısı da var. (Geri)
|