Yol Günlüğü

yol-gunlugu

Michel de Montaigne, Yol Günlüğü, Çev. Ömer Bozkurt. Yapı Kredi Yayınları Kâzım Taşkent Klasik Yapıtlar Dizisi 86, İstanbul 2012, 328 s. (Özgün adı ve ilk basımı: Journal de voyage 1774)

ÇEVİRMENİN SUNUŞ YAZISI:

AT SIRTINDA BİR HÜMANİST: MONTAIGNE’İN ORTA AVRUPA VE İTALYA YOLCULUĞU

Michel Eyquem de Montaigne (1533-1592), yıllardır yazıp işlediği Denemeler’inin ((Bu sunuş yazısında okur, Denemeler’in türkçe basımlarından ikisine yönlendirilecektir. Bunlardan biri, eserin tümünün Temel Keşoğlu tarafından yapılmış çevirisidir (Doruk yayınları, İstanbul, 2010, 3 cilt). Eser bundan sonra “Keşoğlu çev.” kısaltmasıyla anılacaktır. İkicisiyse Sabahattin Eyüboğlu’nun seçmeler çevirisidir (yeni basım: İş Bankası Kültür yayınları, İstanbul 2010). Eser bundan sonra: “Eyüboğlu çev.” kısaltmasıyla anılacaktır.)) ilk iki kitabını Bordeaux’da bastırdıktan sonra, bunlardan ikişer nüshayı sandığına koyup 1580 yılının 22 Haziran günü, at sırtında, Kuzey Fransa, İsviçre, Almanya (Kutsal Roma Germen İmparatorluğu) ve İtalya’yı kapsayacak uzun bir yolculuğa çıkar. Yanında en genç kardeşi, o tarihte yirmi-iki yaşındaki Bernard de Mattecoulon ve ölmüş kızkardeşi Marie’nin eşi, Bernard de Cazalis de vardır. Sadece gerekli olanlarla değil de “onuruna yaraşır atlarla ve uşaklarla yolculuk yapmaya alışık olduğundan” (( Montaigne Denemeler III, 9. (Keşoğlu çev., C. III, s. 204.) )) maiyetinde ayrıca çok sayıda hizmetkâr (yaver, uşak, katırcı, yazman…) bulunmaktadır. Fransa topraklarında geçirdiği iki buçuk aylık bir süreden sonra, Franche-Comté üzerinden İsviçre’ye doğru yeniden yola koyulmazdan önce, aile dostu bir beyzade, François du Hautoy ile bir başka soylu kişi, Mösyö d’Estissac da maiyetiyle birlikte heyete katılacaktır. Böylece heyetin tamamı on-iki, on-dört kişi kadar olacaktır.  

Ancak yolculuk boyunca bu heyet küçülür. Örneğin Mösyö dö Cazalis, Padova’da kalır. Montaigne, yazmanın işine Roma’ya ilk gidişinde son verir. Kardeşi, Mösyö de Mattecoulon kılıç kullanmayı öğrenmek üzere, Mösyö d’Estissac ise belirtilmeyen bir nedenle Roma’da kalırlar. Yola çıktığında Montaigne kırk-yedi yaşındadır, böbreklerinden rahatsızdır, taş düşürmekte, kum dökmektedir. Yolculuk boyunca birçok kaplıcada sayrılığına çare arayacaktır. Henüz İtalya’dayken, yokluğunda yeniden Bordeaux belediye başkanlığına seçilmesi üzerine yolculuğunu kısa keser ve 30 Kasım 1581 günü şatosuna geri döner. Bu yolculuk on-yedi ay ve sekiz gün sürmüştür.  

Yol Günlüğü’nde, yolculuğun ilk iki buçuk aylık bölümüne (22 Haziran-5 Eylül) ilişkin kayıt bulunmamaktadır. Çünkü bu gezi notlarını içeren elyazması, yazılışından iki yüzyıl kadar sonra Montaigne şatosunda bir sandıkta bulunduğunda ilk sayfaları eksikti. Ama o tarihler arasında Montaigne’in Niort’dan geçerek Paris’e gittiği ve orada Denemeler’in bir nüshasını kral III. Henri’ye sunduğu, ardından, kralının sadık bir hizmetkârı olarak,  Paris’in kuzeyinde, Protestanların elindeki La Fère kalesi kuşatmasına katıldığı, ama kentin düşmesini beklemeden oradan ayrıldığı biliniyor. Eylül ayının ilk günlerinde, Montaigne, Beaumont sur Oise’dadır; işte orada, kendisinden çok genç, ama soylular sıradüzeninde kendisinden önce gelen Mösyö d’Estissac’la buluşur ve 5 Eylül 1580 günü İsviçre’ye doğru yola çıkarlar. Orta Avrupa ve İtalya’da yolculuk asıl şimdi başlamaktadır.

Montaigne

Sorbonne’un Rue des Écoles’e bakan cephesinin karşısındaki Montaigne anıtı

Yolculuğun Amaçları

Bu uzun yolculuğun amaçları nelerdir? Elyazmasının ilk sayfaları kayıp olmasaydı eğer, belki yolcunun güttüğü amacı doğrudan biliyor olabilirdik. Ama böyle olmadığına göre, varsayımlara ve okuma izlenimlerine dayalı çıkarsamalarla yetinmek durumundayız. Montaigne hakkında, öze nüfuz edici ve edebi nitelikli bir biyografya hazırlayan Stefan Zweig, o zamana kadar hep ya görevi nedeniyle, ya saraya hizmet ya da kendi işleri için yolculuk etmiş Montaigne’in, yaşamında ilk kez, doğrudan belli bir amaca yönelik olmayan bir yolculuğa çıktığını yazıyor: “Bu amaçsız, yalnızca yolculuk keyfi için girişilmiş bir yolculuktur. (…) Bu gerçek yolculuğun, o hep süregiden ‘kendini tanıma’ çabasından başka bir hedefi yoktur.” ((Stefan Zweig, Montaigne, (traduit de l’allemand par J.-J. Lafaye et F. Brugier) Presses universitaires de France, Paris, 1982. s. 103. (Bu eserin A. Cemal tarafından yapılan Türkçe çevirisi, Can yayınları arasında 2012 yılı Şubat ayında yayımlamıştır.) )) Belli bir soyutlama düzeyinde bu yargı doğru olsa bile, yolculukta Montaigne’in edimlerine ve tercihlerine bakılacak olursa, başlıca iki amacın gözetildiği anlaşılmaktadır. Birincisi daha çok anlıksal (entelektüel) ve bilgisel niteliklidir; ikinciyse sağlık, tedavi ve Zweig’ın da vurguladığı gibi, keyfe dönüktür. 

Bunlardan başkaca, Montaigne’in, kral III. Henri tarafından yolculuğu sırasında bazı diplomatik girişimlerde bulunması için görevlendirildiği de ileri sürülmüş olmakla beraber, böyle bir amaca ilişkin kanıtlar mevcut değildir. Bunu ileri sürenler daha çok, İspanya etkisi altındaki Savua Dükalığı ile İsviçre kantonları arasında Fransa’ya karşı bir ittifak oluşturulması çabalarını konu alan, ve günlükte de yer bulan bir görüşmeye dayanmaktadırlar.  Ama Montaigne bu yolculukta değilse de yolculuğundan sonra, bir yanda III. Henri, bir yanda onun tahtına göz diken Guize Dükü Lorraine’li Henri ve bir yanda da Navarra Kralı Henri’nin 16. yüzyılın son çeyreğindeki taht mücadelesinde, kraliyetin meşruiyeti ve Protestanlara karşı hoşgörüden yana tavır alan ve bu üçüyle temasta olan ve üçü tarafından da saygı gören bir “âkil adam” olarak siyasi bazı görevler üstlenmiştir. ((Montaigne’in, bir yandan Bordeaux belediye başkanı olarak bir yandan da “âkil adam” ve arabulucu olarak Fransa tarihinin din savaşlarıyla dolu kanlı yıllarında, siyasi katmandaki etkinlikleri konusunda güzel bir kaynak için bak. : Jean Lacouture, Montaigne à cheval, Editions du Seuil, (Nisan 1996), yeni baskı Coll. Points,  1998. s.  275-363. ))  

* * *

 Yolculuğun entelektüel arka plânı çerçevesinde, Rönesans’la ve Hümanizma akımıyla birlikte giden Eskiçağ incelemeleri ve Eskiçağ hayranlığı nedeniyle, soyluların Roma’ya yolculuk yapmalarının önceki yüzyıldan beri yaygın bir eğilim haline gelmiş olduğu belirtilmelidir. Hatta ilk gezi kılavuzları da yayımlanmış bulunuyordu. Bizzat kendisi Rönesans ve Hümanizma’nın önde gelen adlarından biri olan ve ilkgençliğinden başlayarak Lâtin yazar ve düşünürlerin yapıtlarıyla beslenmiş Montaigne’in de yaşamının bir döneminde “Roma’ya yönelmesi” doğaldır:  

Ölülere saygı bizim onurumuzdur. İşte ben de çocukluğumdan beri bunlarla yetiştirildim. Evimin işlerinden çok daha önce Roma’nın işlerini öğrendim. Daha Louvre’u bilmezken Capitolium’u ve yerleşim düzenini, Sen Irmağı’nı bilmezken Tiber Irmağı’nı biliyordum. Kendi insanlarımızdan hiçbiri hakkında bilgim yokken, Lucullus’un, Metellus’un ve Scipio’nun yaşamları ve bahtları aklımdaydı.” (( Keşoğlu çev., C. III, s. 263’den serbest alıntı.))  

Denemeler’de, Rönesans’ın kültürel alanı içinde her yönde dolanıp duran yazar, şimdi coğrafi mekânda, geçmişin kaynaklarına ve kutsal ve kutsal dışı kalıntılarına yönelmektedir.” ((André Tournon,  Montaigne,  Bordas, Paris 1989. s. 13))  Öte yandan, bu yönelişin bir tür taçlandırılışı gibi, bu yolculuğun Montaigne açısından en gurur verici olaylarından biri, kendisine Roma yurttaşlığının verilmesi olacaktır. 1581 yılı Nisan’ının ilk haftasında Yol Günlüğü’ne şu kaydı düşüyor:

 “Bu nedenle ve hiç olmazsa egemenliğinin eski şanı ve dinsel anıları için, Roma yurttaşlığı unvanını almaya çalıştım ve bunun için doğanın bana verdiği beş duyuyu kullandım. Zorluklarla karşılaştım; ama herhangi bir Fransızın yardımı hatta bilgisi bile olmaksızın onları aşmayı bildim. Bu konuda Papanın yetkesi, beni ayrıcalıklı bir dost sayan ve çok çaba sarf eden başmabeyincisi Filippo Mussotti vasıtasıyla kullanıldı. Belgelerin asılları bana 13 Mart 1581 tarihinde gönderildi ve 5 Nisan’da teslim edildi; Metin, Papanın oğlu, Sora Dükü Jacomo Buoncompagni’ye verilen belgelerde kullanılan biçimle ve aynı övgü sözleriyle yazılmıştı. Bu içi boş bir unvandır ama ben gene de elde etmekten çok sevinç duydum.” 

Yolculuktan sonra, tekrar Denemeler’ine döndüğünde, “övgü sözleriyle yazılmış” bu yurttaşlık belgesinin lâtince metnini De la vanité başlıklı denemesine ekliyor ((T. Keşoğlu çev. C. III, s, 267-268.  Temel Keşoğlu, bu denemenin başlığını “Hiçlik Üzerine” biçiminde türkçeleştiriyor.)) ve duyduğu mutluluğu şöyle belirtiyor: “Hiçbir kentin sakini olmadığımdan, gelmiş geçmiş en soylu kentin yurttaşı olmaktan pek mutluyum.” Bu çerçevede,  İrma S. Majer, belki birazcık abartarak, Montaigne’in zaten, “doğuştan olmasa bile en azından eğitimi ve ruhuyla bir Romalı” olduğunu ileri sürüyor. ((I. S. Majer, “Montaigne’s Cure: Stones and Roman Ruins” [Michel de Montaigne, Ed. Harold Bloom, Chelsea House Publishers, New York 1987 içinde.] )) 

Böyle olmakla birlikte, bu yolculuk, sadece geçmişin kaynaklarına, tarihi Roma’ya yönelik değildir. Montaigne’in ilgisi sadece Eskiçağ ve eski Roma’yla, onun tarihi ve yapıtlarıyla sınırlı kalmayacaktır. O, hem Orta Avrupa’da hem de İtalya’da, çağdaş yapıtları da çağdaş yaşamı da dikkatle gözleyecek ve kaydedecektir. Denemeler’in yazarı, uğradığı her yerde “değişik âdetleri ve usulleri gözleyerek hattâ kimi zaman uygulayarak bilgilenmektedir. Kuşkucu ve görececi olduğundan, zaten bildiği şeylere benzeyeni değil, tam aksine çokluğu ve çeşitliliği aramaktadır.”((Jean Braybrook, “Le Journal de Voyage de Montaigne”  La Chouette, No. 31, London, Birkbeck Univ. 2000. S. 27. )) Yolculuk tarzındaki bu “ötekilik” deneyimi arayışını, empathie kurma çabasını bir başka yazar şöyle vurguluyor: “Sadece basit bir gözlemci olmakla yetinmeksizin, içinden geçtiği bölgenin yaşam koşullarına uymayı denemektedir, yerel göreneklerin zihne ya da bedene zorla kabul ettirdiği biçime uymaya çalışmaktadır. Denilebilir ki, ötekinin göreneklerini iki kez gözlemektedir.” ((Frédéric Tinguely. “Montaigne et le cercle anthropologique: réflexions sur l’adaptation culturelle dans le Journal de voyage”, Montaigne Studies, vol. XV (2003), pp.21-30)) 

Reform ve Protestanlığın ortaya çıkışından sonra başlayan din savaşları, o dönemde Fransa’da henüz bitmemiştir ve Montaigne’in yaşadığı dönemin temel özelliklerinden biridir. Yukarda sözü edilen ve Montaigne’in de katıldığı, La   Fère Kalesi kuşatması da bunun bir parçasıdır. Bu karışıklıklara son verecek olan Nantes Fermanı ancak 1598’de, Montaigne’in ölümünden altı yıl sonra, IV. Henri’nin saltanatı sırasında yayınlanacaktır. Buna karşılık Almanya ve İsviçre’deyse, 1555 tarihli Augsburg Uzlaşması’ndan (Augsburg Barışı) sonra Cujus regio, ejus religio kuralı ((Bir beyliğin halkının, o prensin dininden (mezhebinden) olması kuralı. “Kimin beyliğindeyse onun dininde” biçiminde çevrilebilir.)) uyarınca göreli bir barış içinde birlikte yaşama modeli kurulmuş görünmektedir. İşte bu ortamda, kökten bir hümanist olarak Protestanlığa karşı çıkmamakla birlikte Katolik inancına bağlılığını sürdüren Montaigne, uğradığı yerlerde din adamları, bilginler, aydınlar ve önde gelenlerle temas kuracak, onlara bir yandan Protestanlar ile Katoliklerin durumları, Protestanlığın nasıl anlaşıldığı ve yaşandığı, bu inanç ve kılgı dizgesi içindeki ıraklaşan akımlar, Zwingli ve Calvin doktrinleri konularında sorular sorarken, bir yandan da kentlerine ve yaşam kiplerine ilişkin sohbetlere girişecek ve bilgi toplayacaktır. Başka bir ifadeyle, yaşadığı dönemde, çağının en önemli dini-ideolojik çatışmasının kendi ülkesinde yarattığı ve sürmekte olan kaos ortamından ve vahşetten ileri ölçüde kaygı ve rahatsızlık duymuş olan Montaigne, bu kaosun aşılmış olduğu topraklardaki gizi keşfetmeye çalışacaktır. “Yedinci din savaşının eşiğindeki ‘Fransa için, bu değişik durum ve uygulamalardan alınacak bir ders olamaz mı’ sorusuna yanıt bulmak için dini gruplar arasındaki ilişkileri soruşturmaktadır.” (( J.Lacouture, a.g.y. s. 261-262.))  Nihayet Roma’da Papa XIII Gregorius tarafından da kabul edilecektir. Denemeler’in ikinci nüshası da zaten Papa için sandığa konmuştur. Uğradığı bazı yerlerde kütüphaneleri ziyaret etmeyi ihmal etmeyecektir (Neufchâteau, Basel, Vatikan). Ayrıca Roma’da Musevilerin sünnet törenini, bir Katolik kilisesinde şeytan kovma uygulamasını, bir haydudun idamını, dini tören alaylarını, prense bağlılık törenini, sokak yarışlarını ve daha birçok eylemi izleyecek ve ayrıntılarıyla kaydedecektir. Yol boyunca Montaigne manastırları, kiliseleri ve Loreto’daki Meryem Ana Evi gibi Hıristiyan dünyasının önemli yerlerini de ziyaret edecek, katedrallerdeki missa ayinlerini kaçırmayacak,  uğradığı kentler ve köylerdeki, önemli tarihi kalıntıları ve çağdaş yapıları, konakları, kaleleri, castello ve villa’ları, bahçeleri gezecek, iklime, tarım ve zanaata ilişkin gözlemler yapacaktır. 

* * *

Yolculuğun diğer amacıysa doğrudan Montaigne’in sağlığıyla ve belki biraz da keyifle ilgilidir. Bu yolculuk sırasında çeşitli kaplıcalarda hastalığına çare arayacaktır. Nitekim yolculuğun güzergâhı biraz da ünü duyulmuş bu kaplıcalar göz önüne alınarak belirleniyor gibidir ve Yol Günlüğü bu hastalığa, belirtilerine, hastanın uyguladığı sağaltım girişimlerine ve bunların örgenliğindeki etkilerine ilişkin, evvelce kimilerince gereksiz, yersiz, hattâ rahatsız edici sayılmış “fizyolojik” ayrıntılarla doludur. Yazar günü gününe hattâ saati saatine, içtiği ve boşalttığı sıvı miktarını, kaç saat süreyle ne sıcaklıkta bir suya girdiğini, böbreğindeki bir taşın, parçalanmasından düşüşüne kadar bedeninde seyrini, bunun verdiği acıyı, düşen taşa ilişkin ayrıntıları (büyüklüğü, rengi, biçimi, sertliği vd.) ve sindirim sistemiyle ilgili diğer rahatsızlıklarını kayda geçirmektedir. İzlediği tedavi ile bedenindeki değişiklikler arasındaki nedenselliği çözmeye yönelmektedir. Çağdaş bir hekim, bunların günümüzde klinikte, her semptomatoloji çalışmasının temelini oluşturan bilgi pusulalarına denk geldiğini belirtmektedir. ((Dr. René Bernoulli, “Aperçu sur la place de Montaigne dans l’histoire de la médecine”  s. 328 [Montaigne et les Essais, 1580-1980 Actes du congrès de Bordeaux, Champion-Slatkine, Paris-Genève, 1983 içinde.] Dr. Bernoulli ayrıca, her türlü bilimsel araştırmanın temelindeki şüphe ve deneyin, Montaigne’in kendi hastalığına yaklaşımının belirgin özelliği olduğunu vurguluyor ve yazısını şöyle sürdürüyor: “Böylece tıp tarihçisi, Montaigne sayesinde, henüz gerçekten etkin herhangi bir tedavi yordamıyla müdahale edilmemiş böbrek taşlarının gelişimi konusunda bilgi sahibi olmaktadır…”)) Kitapta ayrıca dönemin hekimlik uygulamalarına ışık tutan birçok paragraf yer almaktadır. O arada o dönemin hekimleri, Montaigne’in eleştirilerine de sıkça hedef olmaktadır. Hekimlere yönelik kuşkucu düşüncelerini Denemeler’de de yinelemiştir.  

Gene sağlıkla ilgili olarak, Montaigne’in bir amacı da uzun sürmüş bir çabanın ürünü Denemeler’in yayınlanmasından sonra, bir “tatil yapma” isteğidir. ((F. Rigolot, “Introduction”,  s. VII [Journal de Voyage de Michel de Montaigne, Presses universitaires de France, Paris 1992 içinde.] )) Böyle bir yolculuk, mülkünü yönetmenin zorluklarından, doğru kararlar verme endişesinden uzaklaşmasına, “karı koca dostluğunun sürekliliğine” bir ara vermesine yarayacaktır ve böylece dönüşte “yakınlarına karşı taze bir sevgi”yle dolmasına yol açacaktır. ((Montaigne yolculuğundan sonra yayınlanan Denemeler’in üçüncü kitabında şöyle yazıyor: “Karı koca arasındaki sevginin, arada bir ayrılmakla gevşeyeceğini sanırlar. Bence hiç de gevşemez. Tersine fazla sürekli bir beraberlik bu sevgiyi soğutur, bozar. Uzaktan her kadın insana hoş gelir. Herkes kendi hayatından bilir ki, hergün birbirini görmenin tadı başka, ayrılıp kavuşmanın tadı başkadır. Ayrılıklar benim yakınlarıma sevgimi tazeler, ev hayatımın tadını arttırır.” (Eyüboğlu çev., s. 28.))) Nitekim bu yolculuktan döndükten sonra Montaigne’in bir çocuğu daha doğmuştur. 

Yolculuk Montaigne için çok çekici bir eylemdir. (( Denemeler’de yolculuk konusunda Montaigne şöyle yazıyor: “…Yolculuk bana yararlı bir etkinlik gibi geliyor. Tanımadık ve yepyeni şeyler görmek ruh için sürekli bir etkinlik oluyor… Yolculukta vücut ne hareketsiz ne de yorgundur ve ılımlı hareket bedeni zinde tutar. Bendeki kum hastalığına karşın, sekiz on saat at üstünden hiç inmediğim çok olmuştur.” (Keşoğlu çev.,  C.III, s. 233-234) )) Günlüğü tutan yazman, bu konuda efendisi Montaigne hakkında şu gözlemini kaydediyor:  

 “Aslında bana öyle geliyor ki, kendi adamlarıyla tek başına olsaydı, İtalya’ya doğru geziye çıkmak yerine Krakov’a ya da kara yolundan Yunanistan’a giderdi; ama bilinmedik ülkeleri gezerken aldığı ve kendisine yaşının ve sağlığının verdiği güçsüzlüğü unutturacak kadar tatlı hazzı, heyetteki kimseye aşılayamıyordu; herkes sadece biran önce eve dönmeyi istiyordu. Sıkıntılı bir gece geçirdikten sonra, sabahleyin, o gün yeni bir kenti ya da bir yöreyi görecek olduğu aklına geldiğinde, arzuyla ve neşeyle kalktığını söylemesi bir alışkanlık haline gelmişti. Hiçbir zaman kendisini, gerek yolda gerekse hanlarda rastladıklarına onca ilgi gösterir ve yabancılarla konuşmak için her fırsatı kollarken olduğu kadar dinç ve çektiği acılardan yakınmaz görmedim; sanırım bu onun acısını unutturuyordu.” (29 Ekim 1580 günü Rovereto’da) 

Bu yolculukta Montaigne, uğradığı yörelerin mutfak ve sofra kültürlerini, hanlarını ve o hanlardaki rahatlık ve parıltı düzeylerini de dikkatle gözler, Fransa’dakilerle kıyaslar. Sunulan yemekleri ve şarapları merakla tadar. Sofra takımları, ocaklardaki çevirme düzenekleri ilgi alanı içindedir. Geçtiği yerlerde gördüğü bayındırlık yapıları ve araçları (vinçler, bataklık kurutma düzeneği, su kulesi ve su dağıtım ağı) ilgisini çeker.

Uğradığı hemen bütün önemli yerleşimlerde kadınların güzellik düzeyine ilişkin görüşünü belirtmekten geri kalmaz. Kimi yerde oranın kadınlarını kendi ülkesindekilerle kıyaslar. Venedik, Roma ve Floransa’da gerek seçkin fahişelere (courtisanes), gerekse diğer hayat kadınlarına ilişkin gözlem ve düşüncelerini de günlüğüne kaydeder. Yukarda sözünü edilen biyografyasında Stefan Zweig bu konuda şöyle yazıyor: “Öyle görülüyor ki [Montaigne] yanında taşıdığı altın sikke dolu sandığın içeriğinin önemli bir bölümünü bu hanımlara bırakmıştır.”((Zweig, a.g.y. s, 111.)) Nihayet, kaldığı La Villa kaplıcasında bir danslı eğlence düzenler, katılanların bazılarına armağanlar verir; kimi soylu ya da köylü kadınlardan bazılarını –güzellerini- özellikle memnun etmek için tedbirler alır. Bu olayın öyküsünün anlatıldığı sayfalar, Yol Günlüğü’nün en renkli sayfaları arasındadır. Montaigne’in keyfe düşkünlüğü, çağdaş biyograflarının biri tarafından şöyle betimleniyor: Denemeler’in usta yazarı, bir Epikürcüden hattâ bir hedonistten de öte, bir dionizyaktır.” ((J. Lacouture,  a.g. y. s. 77.))     

Günlükte Türkler

Montaigne günlüğünde, bulunduğu yerlerde ilginç bulduğu günlük olayları aktarırken, o dönemde İtalya’daki Türklere (bütün Osmanlı halkı Avrupa’da yüzyıllar boyunca Türkler olarak adlandırılmıştır) ya da Osmanlı İmparatorluğu’nda bulunmuş İtalyanlara da birkaç yerde değinmektedir.

Örneğin, İtalya’da bulunduğu sıralarda, Türklerin “bağ bozumu döneminde bile” akın ederek insanları ve hayvanları götürdüğünü kaydediyor ve gerek Adriyatik gerekse Tiren denizi kıyılarında, Ostia ve Loreto’da, Türklerin akınlarına karşı geliştirilmiş savunma yapılarına, haberleşme düzeneklerine değiniyor. (( XVI. yüzyıl sonlarında İtalya’ya yönelik bu türden deniz akınlarına örnekler için bak.: İdris Bostan, Adriyatik’te Korsanlık, Osmanlılar, Uskoklar, Venedikliler. Timaş yayınları, İstanbul 2009. İ. Bostan da, Akdeniz’de korsanlığın XVI. yüzyılın son çeyreğinde, demek ki Montaigne’in yolculuğu sırasında zirveye ulaştığını belirtiyor.))  Pisa’dayken evinin yakınındaki bir kaleden, yirmi-bir Türk tutsağın firar ettiğini ve Toscana filosu komutanı Sinyor Alessandro di Piombino’nun, limanda donanmış vaziyette bıraktığı bir fırkata ile kaçtığını naklediyor. 

Ancona’da Türk tüccarlarının varlığını kaydediyor; Loreto’daki Meryem Ana Evi’nde, bir Türk’ün, yakarışı karşılık bulduğu için adak olarak sunduğu mumdan, ender nesnelerden biri olarak sözediyor. 

Öte yandan Türkler tarafından esir alınmış bir Cenevizli denizcinin geri dönüşü, sonra “gönülce Türk kaldığı için” yeniden Osmanlı akıncılarına katılması ve sonra tekrar İtalya’da yakalanıp zincire vurulması, ama çok yetenekli olduğu için öldürülmeyişini aktarıyor. Bir başka İtalyan’ın Osmanlı topraklarındaki esareti sırasında edindiği at binme becerilerini naklediyor. 

Nihayet Korkunç İvan’ın, o sırada Polonya kralıyla süren savaşının sona erdirilmesi için elçisi vasıtasıyla Papa’nın yardımını dilerken gerekçe olarak,  Osmanlı güçlerinin Avrupa’yı tehdidini böylece daha kolay engelleyebileceğini ileri sürdüğünü belirtiyor.  

Yolda Tutulmuş Notlar

Montaigne bu yolculuktan, gidişte sandığına yerleştirdiği  Denemeler yerine, küçük in folio ((In folio: bir bası kâğıdının sadece bir kez katlanmasıyla elde edilen yaprak boyutudur; ölçüleri katlanmamış yaprağın boyutuna bağlı olması, o boyutunsa değişkenliği nedeniyle kesin bir denklik kurulamasa bile, söz konusu el yazmasının günümüzdeki A3 ve A4 boyutları arasında bulunduğu tahmin ediliyor.)) 278 sayfadan fazla tutan bir elyazmasıyla geri dönmüştür. Bu elyazmasının ilk 112 sayfası, Montaigne’in maiyetindeki yazmanı tarafından kaleme alınmıştır. Geri kalan 166 sayfaysa, bilinmeyen bir başka kişinin elinden çıkma birkaç sayfası dışında, Montaigne’in kendi elyazısıdır. Öte yandan Montaigne, bu yol notlarını kısmen fransızca kısmen de italyanca kaleme almıştır. Bu notların yayımlanma amacıyla değil, sadece kendisine bir akıl defteri görevi yapması nedeniyle tutulduğu anlaşılmaktadır. Yazı zor okunmaktadır. Biçem özensizdir. 

El yazması bir süre Montaigne’in masasında, en azından elinin altında durur. Bunu, metne sonradan yapıldığı anlaşılan eklemelerden çıkarıyoruz; sonra bir sandığa konur ve unutulur.

Kim Bu Yazman?

Burada belki, günlüğün birinci bölümünü kaleme alan yazman konusunda durmakta yarar var. Yazmanın kimliği bilinmiyor. Bilinen tek şey Roma’da Montaigne tarafından görevine son verildiğidir. Öte yandan salt bir yazıcı olarak Montaigne’in diktesi altında mı yazdığı, yoksa kendiliğinden ve kendince mi yazdığı da çok tartışılmıştır. İlk yayıncı Querlon, bu bölümlerdeki birtakım ayrıntıları önemsemeyerek, bunun Montaigne’in dikte ettirdiği bir metin olduğunu ileri sürmüştü. Oysa burada Montaigne’den üçüncü tekil kişi olarak, “o” diye söz edilmektedir; yer yer heyetin hareketleri anlatılırken “biz” denilmektedir ve en önemlisi yazman bazen heyetten ayrı olarak kendi edimlerini kaydetmektedir. Nihayet yukarda alıntılanan paragrafta efendisi hakkında edindiği izlenimini (Montaigne’in yolculuk heyecanını heyetteki diğer kişilere aşılayamayışı, yolculukta dinçleşmesi… ) “bana öyle geliyor ki” diye başlayarak yazmıştır. Bunlara bakılarak, kendiliğinden ve kendince yazıyor olması çok daha akla yakın gelmektedir. Ama hem dikkatli hem de bilgili bir gözlemci izlenimi vermesi nedeniyle ve daha sonraki bölümde bizzat Montaigne’in kayda geçirdiği yazıtlar, bayındırlık yapıları betimlemeleri gibi unsurların onda da varlığına bakarak “Montaigne’in gözüyle ve düşüncesiyle baktığı” da ileri sürülebilir. Ayrıca kimi zaman, “o şöyle düşünüyor” diyerek efendisinin görüşlerini aktardığına da sıkça rastlanmaktadır.  Dolayısıyla efendisinin etkisi altında olduğu da kesindir, özerk bir kalem olduğu da. Ama öte yandan da efendisinin nerede ne kadar su içtiğini, kaplıcaya ne sıklıkla gittiğini kaydettiğine göre, bu notların “akıl defteri” niteliğinin bilinciyle “görevini” yaptığı da söylenebilir.

Metnin iki ayrı kalemden çıkmış olması, Yol Günlüğü’nün yeni bir açıklamalı basımını gerçekleştirmiş olan Fausta Garavini’ye göre, önemini azaltmaz, arttırır. Bu sayede “gezgin Montaigne” konusunda iki açıdan bilgi sahibi olmaktayız: hem başkasının gözüyle hem de kendi kaleminden. Böylece ortaya hem bir portre hem de bir otoportre çıkmaktadır. ((“Introduction” s. 9 [Montaigne, Journal de voyage, édition présentée, établie et annotée par Fausta Garavini, Gallimard, Folio, Paris 1983 içinde].)) Aynı çerçevede F. Garavini, metnin bu birinci bölümünü, “birbiriyle üst üste gelmeksizin, dönüşümlü biçimde gelişen iki sesli bir günlük” olarak nitelemektedir.

Öte yandan bu yazman, rastgele biri değildir. Araştırmacılardan biri, onun, kendi cebinden para harcamaksızın Roma’ya gitmek isteyen yoksul bir aydın kişi olduğunu tahmin etmektedir. Kalemi kuvvetli, kültürü geniştir. Görülebileceği gibi “yazı tarzı da efendisininkine benzemektedir.” ((Ch. Dédéyan’dan aktaran F. Garavini, a.g.y. s. 9.)) Nitekim metnin iki bölümü arasındaki benzerlikler, gözleme konu olan unsurların aynılığı, bu iki özne arasındaki düşünsel yakınlığı kanıtlamaktadır. Metnin bu birinci bölümüyle ilgili olarak Garavini şu sonuca varıyor: “İşin başında hizmetkârın sadece basit bir andaç yazmakla, başlıca olayları ve görülen şeyleri sıralı olarak kayda geçirmekle görevlendirildiği, ama dikkatli gözlemiyle Montaigne’in kişiliğine nüfuz ederek görevinin sınırlarını aşınca, hem bir yol günlüğü hem de bir gezgin biyografyası hazırladığı öne sürülebilir.” ((Garavini, a.g.y. s. 28. )) Yazmanın hayli yüksek ekin birikimini ve yazma yeteneğini, bir başkasının, efendisinin gözlemlerini ve düşüncelerini yansıtışındaki üstün düzeyden anlamak kolaydır; bu anlatımlar bazı yerlerde hayranlık verici bir düzeye çıkmaktadır: Montaigne’in Eski Roma kalıntıları konusundaki görüşlerinin ve bir Musevi sünnet töreninin ayrıntılarının yazman tarafından aktarıldığı sayfalar bunlardandır.     

Unutulmuş Bir Elyazmasının Yeniden Bulunuşu

Montaigne’in şatosuna dönüşünden nerdeyse iki yüzyıl sonra, 1770 yılında, Périgord bölgesi tarihi üzerinde araştırmalar yapmakta olan Joseph Prunis adında rütbeli bir rahip, bir katedral kurulu üyesi [chanoine], eski belgelerin peşinde Montaigne Şatosu’na uğrar. Şatonun o zamanki beyi, Kont Ségur de la Rouquette’in oluruyla, eski evrak dolu bir sandığın içindekileri gözden geçirirken, başka belgelerin yanı sıra, yol günlüğünün el yazmasını bulur. ((Elyazmasının bulunuş öyküsü ilkin, ilk yayımcı Meunier de Querlon’un, özgün basıma (1774) eklediği önsözde (Discours préliminaire) anlatılmıştır. Bu konuda, derinlemesine bir arşiv çalışmasına dayalı çok ayrıntılı bilgiler ise François Moureau’nun iki makalesinde bulunabilir: “Le manuscrit du Journal de Voyage: découverte, éditions et copies” [Montaigne et les Essais, Actes du congrès de Bordeaux, Champion-Slatkine, Paris-Genève, 1983 içinde] ve “La copie Leydet du Journal de voyage” [Autour du journal de voyage de Montaigne, Actes des journées de Montaigne, Editions Slatkine, Paris-Genève, 1982 içinde].))Keşfinin önemini derhal kavrayan Prunis, şato sahibine bir senet imzalayarak elyazmasını alır ve Paris’e götürür. Orada bunu uzman kişilere, o arada kralın kütüphanesinin muhafızı Capperonnier’ye gösterir. Bu metnin, Montaigne’in yolculuğunun elyazması olduğu kesinlik kazanır.

Ne var ki ortaya çıkan, yayımlanmak üzere kaleme alınmış bir “kitap” taslağı ya da metni değildir. Muhtemelen sadece yolcunun yararı için tutulmuş notlardır. Kaldı ki sağlık sorunlarına ilişkin ayrıntılar, böyle bir yarar sağlama amacıyla yazıldıklarının bir kanıtı da sayılabilir. Nitekim Montaigne, Yol Günlüğü’nde (23 Mayıs 1581 Salı günü) şu notu düşüyor: “Evvelce, diğer kaplıcalar hakkında, daha sonra göreceklerimde bana kural ve örnek olarak yarar sağlayacak şeyleri ayrıntılı yazmamış olmaktan pişmanlık duyduğumdan, bu sefer konuyu sürdürmek ve genişletmek istiyorum.” Montaigne, içe bakışın bu büyük ustası, aynı zamanda sağlığını da gözlemekte ve izlemektedir; bu konuda deneyim ve bilgisi öylesine ileri bir düzeydedir ki, onunla aynı dönemde Villa kaplıcalarında tedavi görmekte olan bir hasta, hekimlerin görüşlerinden çok Montaigne’in görüşünü almak ve ona uymak ihtiyacını duyar. Kimi tıp tarihçilerine göre de Montaigne, o alanda dönemi için hayli ileri bir bilgiye sahiptir.

Böyle olunca bu “notların” kısmen bir yazman tarafından, kısmen Montaigne tarafından ve kısmen fransızca, kısmen de İtalyanca yazılmış olmasını yadırgamamak gerek. Aynı biçimde yazı tarzındaki özensizlikler de böylece açıklanmış oluyor.  

Yol Günlüğü’nün Yayımlanışı

Rahip Prunis bu metni, kendince gereksiz ayrıntılardan temizleyerek, demek oluyor ki, Montaigne’in sağlığına ve izlediği tedaviye ilişkin fizyolojik ayrıntıları yok ederek yayımlamayı tasarlar ve kitaba bir de ad verir: “Montaigne tarafından yazılan ve Périgord’da, Montaigne Şatosunda, J. Prunis tarafından bulunan Yolculuk Anıları.” Bu kitabı bastırmak için Paris’te yayıncı Le Jay ile anlaşır. Ancak kendisine ait elyazmasının basılacağına ilişkin haberler üzerine Ségur Kontu, hırsızlık ihbarında bulunur. Bunun üzerine Prunis’in elindeki özgün elyazmasına polis tarafından el konulur. Ancak yayıncı Le Jay bu kez, elyazmasını Ségur Kontu’ndan satın aldığını ilan eder, Prunis’nin yazdığı önsözü bir kenara kaldırır ve metni, yayına hazırlaması için, kralın kütüphanesinde el yazmaları muhafızı, Meunier de Querlon’a emanet eder. Çalışmalar sürerken Le Jay’nin, önceden almış bulunduğu yayım imtiyazı iptal edilir. Buna, bu yayın sayesinde hem ün hem de biraz para kazanmayı umut eden Prunis’nin yürüttüğü hukuki mücadelenin yol açmış olduğu sanılıyor. Ama işini bilen yayımcı için çare tükenmez. O dönemde “zımni izin” adı verilen bir yol vardır. Bu durumda kitabın kapak sayfalarında kraliyet imtiyazı yerine, kitabın uydurma bir adreste, çoğunlukla Hollanda’da basıldığı yazılı olur, ama hemen altında da Paris’te filanca kitapevinde satıldığı belirtilir. La Jay, Montaigne’in metnini sansüre sunar, ve 19 Şubat 1774 tarihinde bu zımni izni alır. Yol Günlüğü için, sahte basım yeri Roma olarak belirlenmiş ve kitabın kapak sayfalarında basım yerinin üstünde San Pietro meydanının bir gravürü konulmuştur. ((Moureau, “Le manuscrit …” s. 295.))  

Kitap, 1774 yılında, Querlon’un açıklamalarıyla, üç değişik boyut ve kâğıtta, Michel de Montaigne’in, 1580 ve 1581 yıllarında İsviçre ve Almanya’dan İtalya’ya Yolculuğunun Anlatısı (Relation du voyage de Michel de Montaigne en Italie, par la Suisse et l’Allemagne en 1580 et 1581) başlığı altında yayımlanır. Bunlardan in quarto ((Bir bası kâğıdının iki defa katlanmasıyla elde edilen boyut: dört yapraklı, sekiz sayfalık bir forma.)) boyutta basılanı, on-sekiz gümüş liralık fiyatıyla Ancien Régime dönemi için (1789 Devrimi öncesindeki krallık rejimi) hayli pahalı, bir gösterişli kitap niteliğindedir. Ne yazık ki yayımcının beklediği ticari başarıyı elde edemez. Moureau, bu başarısızlığı, kitabın çok ilgi görmeyişini başlıca üç nedene bağlıyor: Bunlardan birincisi düşünür Montaigne’in Loreto’daki Meryem Ana Evi’yle ilişkili olarak sergilediği sofuluğun ve Papalığa ileri derecede saygısının, [Aydınlanma Çağı Fransa’sında] hayal kırıklığı yaratmış olmasıdır. Bu noktada Lacouture de aynı görüştedir: “Bu kitap yayımlanmazdan önce Ansiklopedistler, Aydınlanma’nın önde gelen bu aktörleri,  Montaigne’i göklere çıkarmışlardı. Şimdiyse, sıradan bir hacı gibi davranması, ve Loreto ziyaretinden sonra kendini endüljans’a kavuşmuş olarak dönüyor görmesi karşısında sarsılmışlardır.” ((J. Lacouture, a.g.y. s. 266.))  Ansiklopedistlerin eleştirileri listesine belki, metinde sıkça yer alan çeşitli kilise mucizelerini de eklemek gerekir. İkincisi, hayal kırıklığı yaratan bir diğer unsur, işte Rahip Prunis’nin kitaptan ayıklamak istediği fizyolojik ayrıntılardır. Nihayet L.-A. Bougainville ve J. Cook’un keşif yolculuklarıyla açtıkları yeni ufuklar, okurun dikkatini şimdi, başka şeylere yöneltmiştir: Nitekim Bougainville’in Dünyanın Çevresinde Yolculuk’u 1771’de,  Cook’un birinci yolculuğunun anlatısının fransızcası da 1772 yılında yayınlanmıştı. Artık ilgi çeken Patagonyalılarla Tahitililer, yeni dünyalar ve uzak iklimlerdir.   

Sonraki Basımlar

 Çeviri metinde, kimi dipnotlarında, Querlon basımı dışında iki başka basıma daha değinildiği görülecektir. Bu konuda da kısaca bilgi vermek yerinde olur. Bunlardan birincisi Alessandro d’Ancona basımıdır. ((L’Italia alla fine del secolo XVI. Giornale del Viaggio di Michele de Montaigne in Italia nel 1580 e 1581, Nuova edizione del testo francese ed italiano… S. Lapi, Citta di Castello, 1889. D’Ancona, elinde Montaigne’in kitabının bir nüshasıyla, yolculuğun İtalya bölümünü tekrarlamış gibi görünüyor. )) Bu basımın özelliği, D’Ancona’nın, özellikle yolculuğun İtalya bölümünde anılan yerler, yapılar, yapıtlar, kişiler ve olaylar konusunda, çok ayrıntılı araştırmaların sonucunda elde ettiği bilgileri dipnotlar halinde metne eklemesinden kaynaklanmaktadır. F. Garavini, bu basımın sonraki hemen bütün basımlara kaynak teşkil ettiğini belirtmektedir. ((“Notice” s. 384. [Montaigne, Journal de voyage, édition présentée, établie et annotée par Fausta Garavini, Gallimard, Folio, Paris 1983 içinde.])) Gerçekten bu çeviri sırasında göz önünde bulundurulan bütün basımlarda D’Ancona’dan çok sayıda alıntı vardır. 

İkincisiyse Louis Lautrey basımıdır. ((Journal de Voyage, publié avec une introduction, des notes et la traduction du texte italien de Montaigne, par Louis Lautrey, Hachette, Paris, 1906. 535 s.)) Lautrey, “eğer bizzat Montaigne, bu metni yayınlamak amacıyla gözden geçirseydi nasıl yapardı” düşüncesiyle metnin birçok yerindeki, doğru okunduğu şüpheli, anlaşılması güç noktalara akla yakın ve zekice düzeltmeler önermiştir. Garavini’ye bakılacak olursa Lautrey’nin düzeltmeleri ilgi çekici olmakla birlikte kimi zaman biraz riskli sonuçlar vermiştir. Bununla beraber çağdaş yayıncıların birçoğu adını anmadan Lautrey’nin düzeltmelerini benimsemektedir. ((Garavini, a.g.y. s. 384.)) 

Yol Günlüğü, 1777-1779 yıllarında almancaya, 1842 yılında da ingilizceye çevrilmiştir.

 Peki Montaigne’in Elyazması Ne Oldu?

Söz konusu 278 sayfalık elyazması, Montaigne şatosunun 1770 yılındaki sahibi Ségur Kontu’ndan, rahip Prunis tarafından senet karşılığında alındıktan sonra 1772’de Paris’e getirilmiştir. Bir süre Le Jay basımevinde sergilendiği biliniyor. ((Moureau, “Le manuscrit…” s. 293.)) Kontun hırsızlık ihbarı üzerine Prunis’nin elinden alınan elyazması, matbaacı Le Jay’nin kontla anlaşması üzerine gene onun eline geçer, o da yayına hazırlamak üzere Meunier de Querlon’a verir. İlk basıma yazdığı önsözde Querlon bu özgün elyazmasının “eğer gerçekliği konusunda herhangi bir şüphe uyanırsa, incelenebilsin diye Kralın Kütüphanesi’ne teslim edildiğini” belirtiyor. ((Garavini basımı s. 38. ))Ne var ki bu el yazması bir daha ortaya çıkmamıştır. Bugünkü Fransa Ulusal Kütüphanesi’ndeki elyazmaları arasında, araştırılmasına rağmen bulunamamıştır. 

Öte yandan bu özgün elyazmasından birçok kopya çıkarıldığı biliniyor. İlkin Rahip Prunis bir kopya çıkarmıştır.  Özgün elyazmasıyla birlikte o kopya da polis tarafında onun elinden alınmıştı. Polis arşivinde aranmış ama bir daha bulunamamıştır. Ardından Querlon, çalışmaya başlarken önce kolay okunabilir bir kopya çıkartması gerektiğini belirtiyor. O da en az iki kopya çıkartmıştır. Bunlar da kayıptır. Buna karşılık Prunis’ye, Périgord ili tarihi çalışmalarında yardımcı olan Guillaume-Vivien Leydet tarafından çıkarılmış elyazması bir kopyası 1980’li yıllarda, François Moureau tarafından Ulusal Kütüphane’de bulunmuştur. Ne yazık ki Leydet, elyazmasının tamamını değil, sadece kendisine ilginç ve değerli gelen bölümleri kopyalamış, geri kalanında sadece yolcunun uğradığı yerin adını not ederek geçiştirmiştir. Şu anda mevcut tek elyazması olan Leydet kopyası, metnin yaklaşık üçte birini içermektedir. Bu kopya da ilk kez 1982 yılında yayınlanmıştır. (( F. Moureau, “La copie Leydet…” s.118-185. ))  Bu sayede Querlon basımında önemli düzeltmeler yapma imkânı ortaya çıkmıştır. Rigolot ve Garavini basımlarında olduğu gibi, bu kitapta sunulan türkçe metin de Leydet kopyasının getirdiği düzeltmeleri içermektedir.  

Montaigne’in Düzyazısı Ve Çeviri Metinde Yansıtılışı

Bu metnin yayımlanmak üzere kaleme alınmadığı belirtilmişti. Amaç sadece, yukarda özetlenen gezi amacına uygun olarak, gezgin için bir andaç oluşturmasıydı. Bu sayede bir yandan hastanın uğradığı kaplıcalar hakkındaki gözlemleri, deneyimleri, eğer varsa sağladığı yararlar; diğer yandan da yolculuğun anlıksal (entelektüel) amaçlarına ilişkin unsurlar –ziyaret edilen yerlerin coğrafya ve tarihine, din bilginleriyle ve kent yöneticileriyle yapılan görüşmelere, dini ve din dışı yapılara, tarihsel kalıntılara ilişkin gözlemler– kayda geçiriliyordu. Bu kayıtlar bazen günü gününe, bazen birkaç gün sonrasında not ediliyor; arada, daha eski gözlemlere de dönülebiliyordu. Denemeler’in yolculuktan sonra kaleme alınmış III. Kitabında, şöyle yazıyor:

“Doğal unutkanlıktan dolayı notlar tutarım. Marazımda yeni bir belirti baş gösterirse, yazarım. Şu saate kadar her türlüsünü yaşadığımdan, herhangi bir terslik beni tehdit ederse, Sybilline’in yaprakları gibi, bu kopuk kayıtları karıştırırım; geçmiş deneylerim içinde beni teselli edecek elverişli bir belirti mutlaka bulurum.” ((“Deneyim Üzerine”, Keşoğlu çev. III, 13. s. 381. ))

Yol Günlüğü’nde de aynı gerekçe bu kez sağlık açısından dile getirilmektedir: Kendisine kum dökmesine yardımcı olacak bir karışım armağan eden ve nasıl kullanılacağını da yazıp veren bir Arap patriğin reçetesini kaybederse eğer, o bilgiyi, bu günlükte bulmak için kayda geçirir: “Bu ilacı hafif bir akşam yemeğinden sonra ve yatmazdan evvel iki bezelye büyüklüğünde bir miktarını parmaklar arasında ufalayarak ılık suyla karıştırıp içmek gerek; iki içiş arasında bir günü atlamak ve beş defa almak gerekiyor.” (Roma’da, 13 Mart 1581)

Bu andaç özelliği, metnin niteliğini büyük ölçüde etkilemiştir. Bunlar gerçekten ham notlar biçimindedir. Dolayısıyla okur, bu kitabın özellikle ilk sayfalarında bir hayal kırıklığı yaşayabilir. Dil özensiz, ifade bazen şaşırtıcı içerik de sudan ve değersiz bulunabilir. Sabırlı olmalı, vazgeçmemeli. Yolculuk ilerledikçe metnin içeriğinin çekiciliği ve önemi belirginlik kazanacaktır. 

Dil ve biçeme gelince, ilkin XVI. yüzyıl fransızcasının o dönemde, S. Eyüboğlu’nun deyişiyle “kıvrak ve başıboş bir dil” olduğunu belirtmek gerekir. ((Eyüboğlu çev., s. ix.)) Bu dilin kendisi çeviri için tuzaklarla doludur. Öte yandan Montaigne’in dilinin ve metin düzenleme biçiminin kendi dönemi için bile çok özenli olmadığı yaygın bir görüştür. Bir defa fransızca, Montaigne’in “anadili” değildir: Bu dili altı yaşından sonra, çocukların yabancı dil öğrenmeye başladıkları çağda öğrenmiştir. Montaigne’in ilk öğrendiği dil lâtincedir. Baba evinde, kendisine lâtinceden başka bir dille hitap edilmesi, kendisini çok özel bir biçimde eğitmek amacında olan babası tarafından yasaklanmıştı. ((Baba Pierre Eyquem de Montaigne’in, oğlunun eğitimi için izlediği bir başka “ilginç” yöntem de, çocuğun doğar doğmaz, evden uzaklaştırılarak, Montaigne beyliğine ait küçük bir köyde yaşayan çok fakir bir oduncu ailesine mensup bir sütanneye emanet edilmesiydi. Böylece, kıtlık içinde büyüyecek Michel’in hayatın güçlüklerine daha kolay katlanacağı ve daha güçlü olacağı bekleniyordu. Üç yaşına gelince, şatoya alınmış ve anında, tek kelime fransızca bilmeyen üç Alman lâtinist nezaretinde hümanist kültürün bir yarımküresinin içine atılmıştır. Buna karşılık öteki yarım küreyle, eski Yunan yazarlarıyla yakınlığı, o yüzyılın ortalarında Paris’te, “Kraliyet Müderrisleri Mektebinde” (Collège des lecteurs royaux) oluşacaktır.))  Öyle ki evdeki uşaklar bile biraz lâtince öğrenmek zorunda kalmışlar. ((S. Zweig, a.g.y. s. 44.)) Ayrıca fransızca, ancak 1539 yılında, I. François’nın tahtta bulunduğu sırada, demek ki Montaigne altı yaşındayken krallığın hukuk ve yönetim dili olarak kabul edilmişti. Buna bir de Montaigne’in Gaskonya’da konuşulan ağızdan ve lâtinceden aldığı deyiş biçimleri katılırsa resim biraz tamamlanabilir. İlk yayımcı Querlon, 1774’te, italyanca bölümün başına eklediği dipnotta: [Montaigne’in] “İtalyancası fransızcasından daha berrak değildir” diyor. XIX. yüzyılın edebiyat tarihçilerinden biri, kendi dönemi içinde Montaigne’in “nesirde bir gerileme” olduğunu yazmıştır. ((G. Lanson, Histoire de la littérature française, Librairie Hachette, Paris [1894], (yeni basım 1963) s. 324.)) Montaigne’i türkçeye ilk çeviren Eyüboğlu ise, yıllarca süren çeviri çabasından sonra onun “güzelim dilini hâlâ rahatça anlar duruma gelmiş değilim. Ona söylemediğini söyletmek korkusuyla çevirmediğim, çevirip bastırmadığım parçalar, çevirdiklerimden daha fazladır” diyor. ((Eyüboğlu çev., s. xxii. )) 

Eklemek gerekir ki, yazmanın dili de efendisininkinden daha kolay anlaşılır değildir ve birçok benzerlikler taşır. Eserin özgün dildeki birçok çağdaş basımının yayıncıları, yer yer bir cümlenin nasıl anlaşılması gerektiğini belirtme zorunluluğunu duymuşlardır. Bunun nedeni, sadece sözcüklerin anlamının değişmiş olması değildir, –bu da doğrudur, ama o sorun, örneğin Rigolot basımında, anlamı değişen sözcükler için bir kılavuzla çözümlenmiştir– asıl sorun Montaigne’in cümlelerinin kimi zaman çok aydınlık sayılmayacak yapısıdır. Cümlede söz dizimi bugünkü Fransızcadan çok farklıdır: bugünkü kesinliğe henüz ulaşılmamıştır. 

Metnin birçok noktasında çağdaş yayıncılar tereddüttedirler. Querlon, Lautrey ve Dédéyan basımlarındaki kimi “kararlara” kimi  “düzeltmelere” ya da “yorumlara” karşı çıkmaktadırlar. ((Örnekler için bak. Garavini 422 sayılı dipnot; Rigolot, s.12’de 52 sayılı, s. 14’te 12 sayılı, s. 64’te 118 sayılı dipnotlar.)) 

D. M. Frame, eserin İngilizcesine yazdığı önsözün sonuna eklediği çeviriye ilişkin notta, Montaigne’in nesrini tanımlayan dil özelliklerini bilinçli olarak muhafaza ettiğini belirtiyor. Bunlar arasında da onun, “fikirleri sıralamada, çoğu zaman mantıksal bağlantıyı önemsemeyen dolambaçlı düzenini” belirtiyor. ((“The meandering associative order, often disdainsful of logical connective” The Complete Work of Montaigne, (Newly translated by Donald. M. Frame), Stanford University Press, California, 1948 (yeni basım 1980), s. 857.)) Türkçe çeviride de, çevirinin başarısız görünmesi rizikosu göze alınarak aynı yol izlenmiştir. Çünkü hiçbir çevirmenin Montaigne’nin nesrini “düzeltme” yetkisi olamaz. Üstelik bu sadece Montaigne’in kendi yazdığı bölümler değil, aynı ölçüde yazmanın nesri için de geçerlidir. ((Bu genel ilke izlenmekle birlikte sınırlı birkaç noktada cümle yapısını değiştirmek gereği duyulmuştur: Bunlara birkaç örnek vermek gerekirse: “Mösyö d’Ossat benimle dolaşırken…selam vermek istedim” ifadesi yerine,  “Mösyö D’Ossat ile dolaşırken…selam vermek istedim”; “…yemeklerin bolluğu Fransa’dakinden daha az değil” yerine “…yemekler Fransa’daki kadar bol”; “Bernabò suyundan beş libre ve daha fazlasını içtim, çünkü benim bardağım bir libreden fazla alıyordu” yerine “Bardağım bir libreden fazla aldığına göre Bernabò suyundan toplam beş libreden çok içmiş oldum” biçiminde, düzeltmeler yapılmıştır. )) 

Hayli şakacı olduğu anlaşılan D. M. Frame, bir başka yerde, bir paragraf üzerinde herhalde saatlerce belki günlerce çalıştıktan sonra, ortaya çıkan sonuçtan memnun kalmamış olsa gerek ki, sayfa altına şu notu düşmüş: “Bunu izleyen bölümün özgün metni, bu çeviri metinden bile daha kafa karıştırıcıdır ve muhtemelen el yazmasının yanlış okunmasından kaynaklanan birçok hata içermektedir. Çağdaş yayımcılar, hiçbiri çok anlaşılır olmayan bir dizi tahmin yürütmektedirler. Ama en azından şu anlam çıkarılabilir:…” ((The Complete Works… s. 923.)) Doğrusunu söylemek gerekirse, türkçeye çeviren de,  bu paragrafı “hiçbir dilde” pek iyi anlayamadığını alçakgönüllülükle kabul etmek durumundadır. (Battaglia’dan çıkışlarından sonra Rovigo’ya giderken geçtikleri köprüler ve kanallar dizgesinin anlatıldığı paragraf.) 

Çok muhtemeldir ki Montaigne bu bölümleri lâtince yazmış olsaydı, çok daha anlaşılır bir metin ortaya çıkabilirdi. Lâtinceyle ilişkisi konusunda Zweig şöyle yazıyor:

“Eskiçağın evrensel dili onun köksel dilidir, ana dilidir. O nedenle bütün yaşamı boyunca lâtince metinleri fransızca metinlerden daha fazla haz alarak okuyacaktır. Ve bir korku anında ya da ani bir coşku anında dilinin ucuna gelen fransızca değil lâtince bir sözcüktür. Eğer Montaigne yetişkin çağında, Hümanizma’nın sönüşüne tanıklık etmemiş olaydı, muhtemeldir ki eserlerini, Erasmus’un yaptığı gibi lâtince yazacak ve böylece Fransa en büyük yazarlarının birinden mahrum kalacaktı.” ((S. Zweig, a.g.y. s. 45.)) 

Montaigne’in Denemeler’inde olduğu gibi, Yol Günlüğü’nde de oradan oraya sıçramalar pek boldur. Aynı bölümde, aynı paragraf içinde çok farklı unsurlar biraraya gelebilir. Cümlelerin sıralanışı kimi zaman çok mantıklı değildir. Birçok edebiyat tarihçisi Montaigne’in yazı tarzının mükemmel olmadığını belirtir. Gene Lanson’a dönelim: “Kompozisyon yetersizliğinin ne boyutta olduğunu görmek için Montaigne’i okumak gerek… Neden kimi bölümler elli sayfayken kimileri tek sayfa? Bölüm başlıkları neden? Bu başlıklar çoğu zaman bir bölümdeki en önemsiz konuyla ilgili, kimindeyse içerikle hiç ilgili değil… Montaigne kompozisyon çabasından kaçınmıştır, kendini yormak istememiştir.” ((Lanson a.g.y. s. 322-323. Ne var ki Lanson’un başlıkların tutarsızlığı ile ilgili eleştirisine karşı Amerikalı Montaigne uzmanı Patrick Henry bunların bir tür “saldırı savuşturma amaçlı yazı biçemi” (defensive writing) olarak değerlendirmektedir. Örneğin intiharı öven bir metne “ Keos Adasının Geleneklerinden biri”, erotizmi yücelten bir metne “ Vergilius’un Bazı Dizeleri Üzerine” başlığını koymakla,  yazar,  Vatikan yetkililerinin ya da tutucu çevrelerin saldırı oklarından kurtulmayı hedeflemektedir. Patrick Henry, Montaigne in Dialogue, Stanford University,  Saratoga, Anma Libri, 1987’den aktaran J. Lacouture, a.g.y. s. 194-195. )) 

Metinde paragraf yapıları da mantıksal açıdan mükemmel değildir. Aynı paragraf içinde bir cümleden diğerine geçerken çok farklı bir konuya da geçilebilmektedir. Bazen birbirini izleyen iki cümlede, aralarında yüzyıllık ya da daha fazla bir zaman aralığı bulunan iki olay, hiçbir geçiş unsuru, hiçbir bağlantı olmaksızın aktarılabilmektedir. Türkçe çeviride bu yapıya dokunulmamıştır. Oysa metni ingilizceye çeviren D. M. Frame, bu paragrafları ayırmıştır. Bazı yayımcılar, metni bölümlere ve alt bölümlere ayırmışlardır. (F. Rigolot ve D. M. Frame.) Türkçe metinse, sadece “kalemi tutan ele” ve dile göre dört bölüme ayrılmış, ancak metnin sonuna analitik bir zaman dizini eklenerek, okurun gerek duyabileceği çerçeve verilmeye çalışılmıştır. 

Montaigne’in ilk türkçe çevirmeni Sabahattin Eyüboğlu, 1940 yılında başladığı ve uzun yıllar sürdürdüğü ((Sabahattin Eyüboğlu (1908-1973);  Denemeler’in ilk basımına yazdığı önsöz 1940 tarihini, son yazdığı önsöz de 1970 tarihini taşıdığına göre otuz yıldan uzun bir süre çalışmış oluyor.)) Denemeler çevirisinde, kendi deyişiyle “gelişigüzel” ama aslında ileri derecede ussal bir seçme yapmıştı. Üstelik eserin değişik bölümlerinden seçtiklerini, kimi zaman kendi koyduğu gene fevkalâde uyar başlıklar altında kendince bir araya getirmişti. Böylece özgün metinde rastlanamayacak bir tutarlılık, bir süreklilik, kolayca kavranabilir bir eklemlenme katmıştır yapıta. Yazdığı önsözlerden birinde de “Denemeler’i tam olarak çevirebileceğimi sanmıyorum” der alçakgönüllülükle. Ama ortaya çıkan metin, eserin tamamını içermese de çok güzel bir türkçe metindir. Hatta bu nedenle Eyüboğlu çevirisinin, tam metin olmayışına rağmen başka çevirilerden daha kolayca ve galiba daha keyifle okunduğu da ileri sürülebilir. 

Yol Günlüğü’nde böyle bir yol izlenemezdi; bu kadar özgürlük kullanılmazdı kuşkusuz. Montaigne’in yol günlüğünü, birçok aksak cümleyi mealen çevirerek biraz daha düzgün bir anlatımla, yeniden yazma denenebilirdi. Ama o zaman eser doğru çevrilmiş olur muydu? O nedenle, bu kitabın okurları arasında, Montaigne’i Türkçede ilk kez Sabahattin Eyüboğlu’nun pek güzel “Denemeler” çevirisinden okumuş olanları bir hayal kırıklığına uğratmaktan korkarım. Bunun nedeni, ne Denemeler çevirmeninin Yol Güncesi çevirmenine tartışılmaz üstünlüğü ne de berikinin türkçesinin öncekinin türkçesine göre yetersizliğidir; bunlar doğru bile olsa, temel fark çevirmenlerin tercihinden kaynaklanıyor. Bunu bir savunmadan çok bir aydınlatma amacıyla belirtmek gerekiyor. 

Sonuç

Montaigne’in muhtemelen sadece, kendi yararı için bir andaç olarak düşündüğü ve bir süre, yer yer eklemeler yaptığı bu metin, kanımca üç açıdan değerlidir.  

Birincisi, bize Montaigne’i, Denemeler’de kendini anlattığından da daha doğal haliyle tanıtmasıdır. Bu metin, hastalıkla ve kendi duygularına göre, yaşlılıkla –çünkü sadece kırk-yedi yaşındadır–  mücadele içindeki insanın, bir yandan çağının en akut ve kanlı sorunlarından birinden –din savaşları– derinden etkilenirken bir yandan da yaşamdan haz almayı sürdürmek için dingin, gerçekçi ve örnek çabasının pek etkileyici öyküsüdür. Üstelik bu anlatının bir bölümü, onunla birlikte yolculuk eden bir başka öznenin kaleminden çıkmadır. Böylece çizilen görüntü bir tür nesnellik kazanmaktadır. 

İkincisi, bu metnin hem bir dönem ve hem de o dönemde bir eylem türü, yolculuk, konusunda zengin ayrıntılarla dolu bir tablo ortaya koymasıdır. Gerçekten eserde bir yandan Habsburg hanedanının egemenliğinde en görkemli dönemini yaşayan ve V. Karl’ın ve Avusturyalı Maximilien’in yakın geçmişteki anılarının pek canlı olduğu imparatorluğun, ve öte yanda Kilise Devleti’yle değişken ve girift ilişkiler içindeki İtalya kent cumhuriyetlerinin ve dükalıklarının kırlarında ve kentlerinde, günlük yaşama ilişkin birçok ayrıntı sunulmaktadır. Bir yandan da bu metin o dönemde Avrupa’da soyluların nasıl yolculuk ettiklerine ilişkin zengin bir bilgi kaynağı oluşturmaktadır. 

Sonradan birçok yayıncının çabalarıyla metne eklenen bilgi dipnotlarıyla desteklendiğinde, yolculuğun gerçekleştiği tarihsel döneme, o dönemde soylular arasındaki ulusal ve uluslararası dayanışmaya, toplumsal sınıflar arasındaki ilişkilere, mesleklere, teknik düzeneklere, günlük yaşamda davranış kalıplarına ve nihayet Montaigne’in yolculukta karşılaştığı ve görüştüğü, gerek Kilise Devleti (Papalık) gerekse dükalıkların yönetim kademelerinden kişilere ilişkin bilgiler edinilmektedir. Böylece Montaigne’in yol günlüğü, yazar için bir andaç olmanın çok ötesine geçerek, Rönesans’ın sonlarına doğru ya da hemen sonrasında Orta Avrupa ve İtalya’da entelektüel çevrelere, mesleklere ve günlük yaşama, bir de ayrıca kamu yönetimi küresine ilişkin ilginç ayrıntılarla süslü, parlak bir fresko niteliği kazanmaktadır. 

Metne değer katan üçüncü unsur, Montaigne’in bu günlükle bize, pek çok şeyden sonra, nasıl yolculuk etmek gerektiği konusunda da bir ışık tutmasıdır. Öyle geliyor ki, aradan geçen dört-yüz küsur yılın ardından, günümüzde de verimli yolculuklar, ancak onun yaptığı gibi, merakın vazgeçilmez eşliğinde, köyümüzdeki görenekleri bir yana bırakıp, yabancılarla, ötekilerle, temas sonucunda farklılıkları kabule ve evrilmeye yol açanlardır; biraz yolculuğun kendi akışı içinde, kendiliğinden biçimlenenlerdir; bildik coğrafyaların dışındaki güzellikleri, yeni yerleri –Yerküreyi- tanıma fırsatıyla mutluluk veren ve bu mutluluk perspektifi nedeniyle ruhsal ve hattâ fiziki sıkıntıları bile bastıranlar, unutturanlardır; Yeryüzü şiirine, geopoetika’ya ulaştıranlardır. Bu yolculukların sonunda gezgin, nicelendirilebilir bir kazançla dönmez yurduna, şu kadar kilometre yol gitmiş, şu kadar yer gezmiş, oraya da gitmiş, bunu da görmüş pek önemli sayılmayabilir; değişmiş biri olarak döner sadece. Montaigne söz konusu olduğunda bunun kanıtı, Denemeler’in, yolculuktan sonra yayımlanan, üçüncü kitabında aranmalıdır.

Prof. Dr. Ömer Bozkurt

 ÇEVİRİ METİN VE NOTLAR HAKKINDA AÇIKLAMA:

Bu çeviride Journal de Voyage’ın iki farklı basımı kullanılmıştır. Birincisi dilde değişikliğe gidilmeden ama çağdaş fransızca yazımla yayımlanan açıklamalı Fausta Garavini basımıdır (Gallimard, Folio classique 1983, yeni basım 2006). İkincisiyse, özgün XVI. yüzyıl yazımıyla yayımlanmış, açıklamalı, eleştirel nitelikli François Rigolot basımıdır (Presses Universitaires de France, 1992). 

Bu iki basım arasında, yazım dışında noktalamada ve paragraf düzeninde de farklılıklar vardır. Noktalamadaki farklılıklar kimi zaman birindeki tek bir cümlenin diğerinde ikiye ayrılmasına ya da iki cümlenin birleştirilmesine kadar varmaktadır. Ayrıca F. Rigolot metni dört bölüme (yazmanın kaleme aldığı bölüm, Montaigne’in fransızca, ardından italyanca ve sonra tekrar fransızca yazdığı bölümler) ve bölümleri de –yolculuğun coğrafi ve siyasal sınırlarına göre– alt bölümlere ayırmıştır. Garavini’de ise hiçbir bölümlendirme yoktur. Sadece sayfa üstlerinde nereden nereye gidildiği ya da uzun süre kalınan yerler söz konusuysa, nerede bulunulduğu (Plombières kaplıcaları, Roma, Villa kaplıcaları vd.) belirtilmektedir. 

Eserin özgün dildeki basımlarından başkaca Amerikalı Montaigne uzmanı Donald M. Frame’in ingilizce çevirisinden de yararlanılmıştır (The Complete Works of Montaigne, Essays, Travel Journal, Lettres, Stanford University Press, California 1948, s. 859–1039). Ancak türkçe çeviri, ingilizce çeviriden yer yer ayrılmaktadır. Yapıtı türkçeye çevirirken, D. M. Frame’in kimi “anlayışlarına”, yorumlarına ya da tercihlerine katılmak mümkün olmamıştır. Bunların birkaçı dipnotlarda belirtilmiştir. Bir gün bir meraklı, metni üç ayrı dilde birlikte inceleme gereğini duyarsa diğerlerini de belirleyebilecektir. 

Garavini, anlamı değişmiş sözcüklerden sadece bazılarını son notlarda açıklamakta, Rigolot ise metnin ekinde, anlamları sonraki yüzyıllarda değişmiş bütün sözcüklerin çağdaş karşılıklarını veren bir sözlük sunmaktadır. Sözlükte yer alan sözcükler de metinde bir yıldız (*) işaretiyle belirtilmiştir. Anılan sözlük, fransızca sözcüklerin yanı sıra, anlamı değişen italyanca sözcükleri de kapsamaktadır. Bu sözlük olmasaydı, bu çeviride, onun varlığına rağmen varolabilecekler dışında, bulunabilecek yanlışlar, çok daha fazla olurdu şüphesiz. 

Bu açıklamaya eklenmesi gereken bir başka bilgi, Yol Günlüğü’nden iki kısa bölümün (Roma’da geçirilen ilk bir buçuk aylık dönem ile yolculuğun son bölümünün, (bu çeviride s. 147-157 ve s. 308-314) daha önce Necmettin Sevil tarafından türkçeye çevrilmiş ve Sanat Dünyamız dergisinin, Yolculuk Özel Sayısında (S. 66, 1997, s. 35-43) yayımlanmış olduğudur. Ancak incelendiğinde görülebileceği gibi bu kitapta sunulan çeviri ile o metin arasında önemli ıraksaklıklar mevcuttur.

Bilgi Dipnotları

Okur, bu yapıttaki bilgi dipnotlarının çokluğunu yadırgayabilir. Ancak bu Türkçe çeviriye özgü bir durum değildir. Nitekim bu metne eklenen açıklama notlarının pek azı çevirmen tarafından doğrudan türkçe basım için hazırlanmıştır. Çok büyük bir bölümü kullanılan iki fransızca basımda çoğunlukla birbirinin tekrarı niteliğindeki açıklamalardan, birkaçı ise D. M. Frame’in verdiği bilgilerden yararlanarak düzenlenmiştir. Ancak bu işlem, anılan dipnotların olduğu gibi çevrilmesinden çok, uyarlanması, sentezi, tamamlanması, kimi yerde geliştirilmesi biçiminde gerçekleşmiştir. Ayrıca bunlar arasında, özgün bilgi ve yorum içerenlerin kime ait olduğu belirtilmiştir. Kullanılan iki fransızca basımdan birinde 913 (Garavini) diğerinde de 1114 (Rigolot) dip not bulunmaktaydı.  

Yolculuğun İtalya’ya ilişkin bölümüne eklenmiş ve iki fransızca basımda tekrarlanan, bir bölümü belki de birinci derecede önemli sayılmayacak ayrıntılara ilişkin açıklamaların da büyük ölçüde Alessandro D’Ancona’nın L’Italia alla fine del secolo XVI. Giornale del viaggio di Michele de Montaigne in Italia nel 1580 e 1581 başlıklı eserine (Città di Castello, S. Lapi, 1889) borçlanıldığı anlaşılmaktadır.  

İtalyanca Yazılan Bölümün Çevirisinde İzlenen Yol

Bu eserin çevrilmesi sırasında ortaya çıkan bir güçlük, bir bölümünün Montaigne tarafından italyanca kaleme alınış olmasıdır. Kimileri (Louis Lautrey, Charles Dédéyan) Montaigne’in italyancasını yerseler de, bu metin, Aldo Rosellini’ye bakılacak olursa, cinquecento’da konuşulan dile çok uygundur. Garavini de bu düşünceyi paylaşır görünüyor.

İtalyanca metni ilk kez, ilk yayıncı Meunier de Querlon, Giuseppe Bartoli’nin yardımıyla fransızcaya çevirmiştir. Bu çeviri oldukça serbest bir tarzda yapılmıştır. F. Garavini bu çevirinin çoğu zaman yanlış olduğunu belirtiyor. Ama gene de “bu metni bir belge olarak ele almak gerektiğinden” olduğu gibi yayınlıyor, sadece tek tek sözcüklerde hata varsa bunların düzeltiyor, bir de özel adları –saptanabildiği ölçüde– günümüzdeki biçimleriyle yazıyor. Ama örneğin bir paragrafın bütününde bir anlam kayması varsa buna hiç dokunmuyor, sadece son notlarda düzeltiyor.

Ne var ki eserin çağdaş fransızca basımlarında Querlon’un çevirisi, olduğu gibi, düzeltilmeden yayınlanmakla birlikte genellikle italyanca özgün metin de kitaba eklendiğinden ve sadece gerektiğinde dip notlarla aksaklıklar belirtildiğinden Querlon’un “yanlışları” bir sorun yaratmıyor olabilir. Ancak türkçe basımda italyanca metni de ekleme söz konusu olmadığından, bu yolun izlenmesi mümkün olmamış, tam aksi yol izlenmiştir: Querlon-Bartoli çevirisi, italyanca metinden önemli ölçüde ayrıldığı yerlerde, italyanca metin esas alınmış, Querlon’un çevirisi’yse dipnotta verilmiştir. (İngilizce çeviride D. M. Frame de buna benzer bir yol izlemiştir.) Dolayısıyla türkçe metinle Querlon’un çeviri metni arasında ıraksaklıklar bulunabilecektir.

Özel Adların Aktarılışı

Birçok türkçe çeviri metinde özel adlar (kişi, kent, büyük yapılar, kiliseler, coğrafya ve topografyaya ilişkin adlandırmalar…) çevrilen eserin özgün dilindeki biçimleriyle verilmektedir. Bu özel adlar eğer o dilin konuşulduğu kültür ve coğrafya çevresine ait unsurları belirliyorsa bir sorun çıkmayabilir. Ama öyle değilse bu yanlış olacaktır. Örneğin fransızca bir metinde anılan Ratisbonne kenti, ya da Montaigne’in uğradığı Bale, Auguste, Urbin vd. öylece çevrilirse, Türk okur atlasında bu kentleri bulamayacaktır. Onları Regensburg, Basel, Augsburg, Urbino… biçiminde yazmak gerekir. Siyasi tarih ile bilim ve dinler tarihi gibi alanlardaki özel adlar da (hükümdarların, azizlerin ve diğer tarihi kişiliklerin ve kimi yapıların adları) aynı sorunu yaşatır. Türkçe metinde yabancı yer adları, eğer türkçeleştirilmiş denkleri yeterince yaygınlık kazanmışsa, öylece; aksi halde ait oldukları kültürün dilinde yazıldıkları gibi yazılmıştır. Azizlerin adları varsa türkçe İncil’deki biçimleriyle, yoksa kilise diliyle, lâtinceleriyle verilmiştir. Özgün adları saptanamayan birkaçı dışında yapıların Almanya  ya da İtalya’daki özgün adları kullanılmıştır. Roma imparatorlarıyla papaların adları lâtince verilmiştir. Montaigne’in çağdaşı monarkların adları da, egemenlikleri altındaki topraklarda konuşulan başlıca dil hangisiyse o dilde verilmiştir. Bu nedenle örneğin Toscana dükü “de Medici” olarak anılırken aynı soydan gelip de Fransa kraliçesi olan kişi “Catherine de Médicis” şeklinde yazılmıştır. Keza V. Karl’a, Montaigne’in yazdığı gibi V. Charles veya Charles Quint, ya da II. Felipe’ye II. Philippe demekten kaçınılmıştır. (Ö.B)