|
Claude-Lévi Strauss, Hüzünlü Dönenceler, Çev. Ömer Bozkurt, (4. baskı) Yapı Kredi Yayınları, İstanbul,2004. (İlk baskı 1994) (Özgün adı: Tristes tropiques). 488 s.
ÇEVİRMENİN ÇALIŞMASINA İLİŞKİN YAZISI:
BİR ÇEVİRİ SERÜVENİ
Hüzünlü Dönenceler Çevirisi Üzerine
Hüzünlü Dönenceler 1955 yılında yayınlanmıştır. Demek ki Türkçeye 40 yıl sonra çevrilmiş oluyor. Ama bu kırk yıl içinde herhalde birçok meraklı denemiştir bu işi. (En azından bir kişinin, şimdiki çevirmeninin, yirmi beş yıl kadar önce bir girişimde bulunup ilk üç başlığı çevirdikten sonra, sonunu getiremediğini biliyorum.)((Bu yazı Kitap-lık dergisinin 11. sayısında (Ekim 1994) s. 4-5’te yayınlanmıştır.))
Bu kitap, Claude Lévi-Strauss’un geniş okur kitlesince tanınmasına yolaçan eserdir. Dolayısıyla en “popüler” eseri sayılabilir. Bunun bir kanıtı, gerek Fransızca gerekse İngilizce cep kitabı dizilerinde sürekli olarak bulunmasıdır. Oysa diğer kitapları için durum bu değildir. Ama Hüzünlü Dönenceler’in “popüler” olduğu için “kolay” olmasını da beklerseniz yanılırsınız. Şu ki, bu kitap ilkin şöylece, yüksekten uçarak okunduğunda kolay ve ilginçtir, içinde aşk ve macera dâhil her şey vardır: yabanıllar, uzaksıl ülkeler, çevre, tarih; sonra güçleşir ve o ölçüde cazip olmaya başlar. Ama çevirmen için…
Edmund Leach, Lévi Strauss için şöyle yazıyor: “The outstanding characteristic of his writing, whether in French or in English, is that it is difficult to understand; his sociological theories combine baffling complexity with overwhelming erudition.” ((Edmund Leach, Lévi-Strauss, Modern Masters, Fontana/Collins, London, 1970. p. 8. Bu kitabın Türkçe çevirisinin varlığını biliyorum. (Ayla Ortaç, Afa Yayınları, 1985.) Ama elimin altında olmadığı için alıntıyı orijinalinden yapıyorum.)) Buna bir de Claude Lévi-Strauss’un yazı tarzını eklerseniz, çeviri açısından güçlüğü artar: Onun, Yaban Düşünce adlı eserini Türkçeye çeviren Tahsin Yücel, kitaba eklediği Önsöz’de ((Hürriyet Yayınları, 1984)), “Lévi-Strauss bir yazı ustasıdır” diyor. Edmund Leach ise ona ozanlığı yakıştırıyor: “But the philosopher-advocate is also a poet… Lévi-Strauss has not actually published poetry ((Aslında Hüzünlü Dönenceler’de, mensur şiirin dışında, doğrudan şiir denemeleri de vardır. Üstün güzellikte bir doğa betimlemesi içeren XXXII başlıkta, yazarın sadece “yorgunluğu unutmak için zihnini boşa çalıştırmayı denerken kafasında oluşan küçük şiirler” de yeralır.)) but his whole attitude to the sounds and meanings and combinations and permutations of language elements betrays his nature.” ((Op. cit., p. 20.))
Ama bu “ozanlık”, bu “yazı ustalığı”, bu “bilgi yükü”, ve “sosyolojik kuramların bu akıl karıştırıcı karmaşıklığı” ve giderek, Leach’in deyimiyle, şu “tortuous gymnastics of Lévi-Straussian arguments” gene de sonunda yorucu olabiliyor.
Nitekim bu kitabı çevirirken zorlandığım çok oldu, yoruldum. Lévi-Strauss’un ayrıntılara düşkün ama gene de sık sık çok anlamlılığa yolaçan anlatımı, yer yer gerçekten ozansı, yer yer gerçekten usta işi, ama yer yer de özensiz -bunu kendisi de söylüyor- ((Ecrit en quatre mois, «Tristes Tropiques» contient des impropriétés de langage et des négligences de style…” “Ce que je suis, par Claude Lévi-Strauss” (Entretient accordé à J.-P. Enthoven et A. Burguière) Le Nouvel Observateur, 28 Juin 1980. p. 15.)) ya da ne bileyim, böyle yüz yirmi, yüz otuz sözcüklü -uydurmuyorum- iç içe cümleler içeren nesri, çeviri sırasında beni kimi zaman heyecanlandırdı, coşku verdiği oldu ama kimi zaman da usandırdı; bunu saklamamalıyım. Kitabı çevirdim diye her satırını, her düşüncesini göklere çıkarmak zorunda değilim. Çevirirken güçlüklerle karşılaştıkça, okuyucunun takılacağı güçlükler, kendi kendine soracağı sorular aklıma geldikçe, acaba ne anlaşılır bu çeviriden endişesini duydukça ya da gerek Fransızcanın gerek Türkçenin, sözcüklerinde ve sözdiziminde denklikler ararken, yazarın üslûbundan kaynaklanan bir güzelliğe, inatçı bir gayretle, işte nihayet kabul edilebilir bir karşılık bulduğumu sandığımda, öteki dosyayı açıp, sıkıntıyla, kızgınlıkla ya da sevinçle, tepkilerimi yazdım. Bu tepkilerden kaynaklanan bazı notları, heyecan unsurlarından ayıklayarak, “meraklısı için” ortaya döküyorum.
Güçlükler ve Çözümler
Lévi-Strauss bu kitabı beş aydan az bir sürede yazmıştı (12 Ekim 1954- 5 Mart 1955). Çevirmense, iki yılı aşkın bir süre çalıştı Türkçesini hazırlayabilmek için. Nedeni çok basit; hem düşüncelerini, hem onların ifade ediliş biçimini seçmekte özgürdür yazar; oysa çevirmen -ciddiyeti ölçüsünde daralan- bir dil ve düşünce kafesi içine sıkışmıştır. Yazar hiç aklına getirmez, haklı olarak, yazdıklarını bir başka dilde düşünmeyi, düşünmeyi bir yana bırakın, yazdıklarının nasıl çevrilebileceğini de düşünmek zorunda değildir. Çevirmense iş ahlâkı ölçüsünde, yaklaşık olanın ötesine geçmeyi istediği ölçüde kısıtlanmıştır seçimlerinde; kıvranır durur.((Ama öte yandan bir yazarın, yazdığı bir cümleyi başka dile çevirmeyi denemesi abes değildir bence. Özellikle fikir yazılarında bunu denemek herhalde çok yararlıdır. Sözcüklerin parıltısı kimi zaman, bir yazıya gerçek değerinin çok üstünde yapay bir ışık düşürür; ama o cümle bir kez başka bir dilde düşünüldüğünde boşluğu anlaşılır. (Bu anadilimdeki bazı söylemler için özellikle doğrudur.) ))
Yazar, Durkheim’e bağlılığını belirtiyor; gerçekten Anthropologie Structurale‘i de Durkheim’e ithaf etmiştir ve orada kendisini Durkheim’ın -gerçi vefasız- öğrencisi, izleyicisi ((Disciple inconstant.)) olarak tanıtır. Buna rağmen Durkheim’ın müthiş titiz, okuyucuyu sınamaya kalkmayan, açık ve kesin nesrinin ve kademeleri belirgin uslamlamasının ne kadar uzağında kalmış; hayret.
Bu çeviride eserin üç ayrı Fransızca baskısı ile bir İngilizce çevirisi kullanıldı. Kullanılan üç Fransızca baskıdan ikisi arasında (Plon -1990- ve France Loisir -1992) kayda değer bir fark yoktur. Buna karşılık Union générale d’Editions baskısı -1965- bazı farklar içermektedir. Bu farkların bir bölümünün kimi yanlışların düzeltilmesinden kaynaklanıyor olmasına dayanarak, bir cep kitabı olmakla beraber Union générale baskısının daha güvenilir olduğu kanısındayım. Elimdeki Plon baskısı sanıyorum ki, 1955 nüshasının sadece bir tıpkıbasımı. Öte yandan İngilizce çeviri ise((Tristes Tropiques, translated by John and Doreen Weightman, (Jonathan Cape -1973), Reprinted, Penguin Books 1978.)) yazar tarafından gözden geçirilmiş bir metindir. Bu nedenle, kimi -zor anlaşılır, ya da muğlâk anlatımlı- sayfaların çevrilmesinde güvenilir bir yardımcı olmuştur.
Kök metinde, ayraçlar ya da küçük çizgiler içine alınmış ve cümleleri namütenahi uzatan, açıklamalar, ek düşünceler, konu dışına taşmalar çok boldur. Bunun yanında bazen ayraç içinde, bazen de köşeli ayraç içinde Portekizce -ve İngilizce- ya da Yerli ağızlarında sözcük ve cümlelerin çevirileri verilmiştir. Metnin ağırlaşması pahasına çeviride bunlara uyuldu; ayraç ya da küçük çizgi arasındaki metin bağımsız bir düşünce içerse bile ayraç içinde ve orada verildi; italikler, küçük çizgi ve ayraç içindeki ek cümleler öylece korundu. Ama bazı özel isimlerle ya da terimlerle ilgili açıklamalar ya da kök metinde Fransızca karşılığı verilmeyen Portekizce sözcüklerin karşılıkları dipnotlarında verildi. Öte yandan Portekizce, İngilizce veya Sanskrit kökenli olmakla birlikte kök metinde düz harflerle yazılı sözcükler de italik yazıldı. Örneğin fazenda, sertao, seringueiro vd.
Yer isimleri değişik biçimlerde yazıldı, bunların mantığını açıklamak gerekir: Kökenleri Fransızca olanlar ve yazarın isimlerini Fransızca yazımlarıyla aldığı diğerleri için, Türkçeleşmiş biçimleri yaygın olarak kullanılanlar varsa bunlar tercih edildi. Örneğin Marsilya, Martinik, Barselona, Cebelitarık, Cezayir, Lâhor, Karaşi, Kalküta, Brahmaputra gibi. Ayrıca Türkçede Fransızcadaki biçimleriyle tanınan yerler içinse özgün isimleri tercih edildi; örneğin Puerto Rico. Bu yapılırken Türk okuru için kolayca ulaşılabilecek en geniş atlas olduğundan, Büyük Atlas‘taki isimlendirmelere uyuldu. Yazarın özgün isimleri kullandığı yerlerde bunlar korundu, (hemen bütün Brezilya isimleri). Ancak yazarın yazımıyla Büyük Atlas‘ınki arasında fark olduğu zamanlarda Büyük Atlas‘taki yazım esas alındı, örnek: Goyaz yerine Goias, Araguaya yerine Araguaia; Jumna nehri için Camna gibi. Fransızcada çoğul olarak yazılan yer isimlerinde hem s harfini muhafaza etmek hem de Türkçe çoğul ekini kullanmak gerekti: örnek: “la maison cévénole'” “Cévennes’lerdeki ev”; “Landes’larda bulunurken”.
Öte yandan yerli halkların adları Türkçe okunuşuyla yazıldı. Örneğin Iroquois’yı İrokua, Caduveo’yu Kaduveo, Cadiguegodi’yi Kadiguegodi, Chamacoco’yu Şamakoko, Cera’yı Çera olarak vd. Bunlar yazısız toplumlar olduğu için, Latin alfabesi kullanmayan dillerdeki özel ad transkripsiyonlarında geçerli kurala uyuldu.
Türkçeleştirmesi sorun yaratan bir çift kavram “Indiens” ile “indigènes” olmuştur. Bunlardan birincisini ilkin, bir özel isim olarak Yerliler sözcüğüyle (Y büyük) ikincisini ise yine yerliler (ama y küçük) sözcüğüyle veya “yerli halk” tamlamasıyla karşılamıştım.
Antropoloji literatüründe Amerika yerlilerine genellikle Indiens (Fr.) ya da Indians (İng.) adı verilir. Ama Türkçede Hintliler diyemiyoruz. Öte yandan Kızılderililer terimi uygun olmaz. Bunun Fransızca karşılığı les Peaux rouges‘dur (İng. Redskins), demek ki başka bir kavrama karşılıktır, daha çok Kuzey Amerika yerlileri için kullanılmıştır. S. V. Örnek’in Etnoloji Sözlüğü‘nün Fransızca ve İngilizce dizinlerinde bu adlara rastlanmadığı gibi, Sözlük’te “Yerli” maddesi de yoktur. Bu durum, bu terimin bazı güçlükler yarattığının işaretidir. Aslında eğer kabile ya da ırk adı belirtiliyorsa, örneğin Nambikvara yerlileri ya da örneğin Arunta’lar sorun kalmaz; Ama aksi halde bir bölgenin yerli halkını belirtmek için Yerliler (Y ile) demekten başka çaremiz yok. Ancak bu anlamdaki yerlilerin yabancı dillerdeki karşılığı da (Fr.) aborigène (İng.) aborigine’dir. Bu sözcükler de Örnek’in sözlüğünde yeralmamıştır.
Sonradan müsveddeyi okuyan dostlardan biri, yerliler sözcüğü yazılırken neden bazen Y, bazen de y kullanıldığını sorunca, galiba biraz paniğe kapılıp hepsini y ile yazdım. Oysa şimdi ilk düşündüğüm biçimde iki farklı yazımın daha doğru olduğu yolundaki kanım pekişti. Ama çok geç. Çünkü tekrar eskiye dönmek için, orijinal metni satır satır taramak gerekecek. Oysa “Yerlileri” “yerliler” yapmak, bilgisayarla sadece on dakikamı almıştı.
Yerli toplum isimleri konusunda bilinçli bir seçim, o toplum üyesi bireylerin adlarının çoğul takılarını kesme işaretiyle ayırmak olmuştur. Tugare’ler, Bororo’lar, Ge’ler gibi. Alışılmış kurallara aykırı olan bu seçimin nedeni, bu topluluk isimlerinin uzman okuyucular dışında bilinmediğinin kabulüdür. O nedenle yalın biçimleri vurgulanmak istenmiştir.
Metinde birçok yerde, özellikle etnolojik veya sosyolojik literatürde kuşatımı oldukça belirgin kavramları gösteren sözcüklerin Türkçe karşılıkları konusunda katılıktan kaçındım; kavramın kuşatımına en uygun sözcüğü eski dilde de olsa kullandım. Ayrıca, karşılıkları konusunda tereddüt doğabilecek bazı sözcüklerin Fransızca asılları metin içinde köşeli ayraç arasına italik harflerle verildi. Bunun bir anlamda çelişkili bir işlem olduğu iddia edilebilir. Çevirinin hedef kitlesi zaten eserin yazıldığı dili bilmeyenler olduğuna göre, orijinal sözcüğün verilmesinin anlamı ne? Bu, sadece çevirmenin endişesinden, kullandığı karşılığa güvensizliğinden kaynaklanmaktadır. Bu metnin bilim ve düşün metni olması bu önlemi gerektiriyordu. Bunun mesajın kesinliğini arttırdığı, özellikle meslekten okuyucuya kolaylık sağlayacağı kanısındayım.
Lévi Strauss’un bu eserde kullandığı bilgi birikimi kitaba, bir yandan etnoloji ve sosyoloji ile felsefe öte yandan da jeoloji, coğrafya, klimatoloji, bitkibilim ile zooloji ve entomoloji, ornitoloji, ayrıca dilbilim, tarih ve paleontoloji, sanat tarihi ve dinbilim konuları olarak yansımıştır. Böylesine geniş kuşatımlı bir eserin çevirisinde ortaya çıkan zorlukları aşmakta, uzmanlık sözlüklerinden çok yararlandım; ama onları hazırlayanların gösterdiği olağanüstü gayrete rağmen bazen yetersiz kaldıklarını farkettim. Ve bu uzmanlık sözlüklerinin bendeki nüshalarına kimi eksikleri, yazarlarına iletmek amacıyla ekledim. Bu sözcükler içinde en çok yararlandıklarımdan biri Prof. Dr. Reşat İzbırak’ın Coğrafya Terimleri Sözlüğü‘dür. ((Reşat İzbırak, Coğrafya Terimleri Sözlüğü, Devlet Kitapları, Öğretmen Kitapları Dizisi 157, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1986. Kanımca çok değerli bu çalışmanın bu kadar kötü basılmış olması, -daha şimdiden ufalanmaya başlayan üçüncü hamur kâğıt, kitaplarımızı kısa sürede dağılmaya mahkûm eden ve cilt için dikişe de imkân vermeyecek biçimde forma sırtları kesilerek yapıştırma- insanı gerçekten üzüyor.))
Geniş bir bilgi birikimi sergilemesinin yanısıra, Lévi-Strauss sözcük açısından çok zengin bir dil kullanmaktadır. Ayrıca seçtiği sözcükler, kimi zaman, taşıdıkları bütün anlamlar arasından, en az geçeni taşımakta kullanılmaktadır. Örneğin gecekondu bölgesi anlamına zone. Bilmediğim birçok sözcük için sözlüklere baktığımda, kimilerinin kullanılışına ilişkin örneklerin, çevirmekte olduğum cümleyle verildiğini gördüm. Örnek pecquenaud; ama daha bilinen ve yazılan biçimi pecnot ya da pequenaud. Yazarın kullandığı biçimiyle ancak “Büyük Robert” in ek cildinde yeralıyor. Kimi sözcüklerse elli yıl önce yayınlanmış ansiklopedilerde bulunabildi, örnek: mondrains.
Ayrıca bu çalışmanın bazı yerlerinde metni anlayabilmek ve çevirebilmek için anlatılanları tatbik etmek gerekti. Örneğin Caduveo çizimlerini ben de çizdim, ama onları yazılı anlatımlarından, yazıdan “kopya ettim”, palmiye yaprağından ateş yelpazelerini ve pacova yaprağından bazı giyim-takı unsurlarını, kâğıttan yaprak kalıplarıyla ürettim. Yerliler gibi “ibrişim çekmeye” çalıştım. Yemek türlerini denemek olanağım ne yazık ki yoktu.
Güzellikler
Yazar, kuşkusuz bilinçli olarak, belki bir tür doğaçlama konuşma ve oradan oraya atlama özgürlüğüyle ve belki biraz da okuyucunun dikkatini sınama kurnazlığı içinde, bir sorunun cevabını sayfalar sonra verebilmektedir. Örneğin birinci başlıkta, yolculuk öykülerinin neden bu kadar ilgi çektiği sorusunun cevabı dördüncü başlıkta bulunmaktadır. Dili süslü, imgeli, biraz zorlamalı bir dildir. Örnek mi? Bir dönenceler mevyesi (fruta do conde -Portekizce) için verdiği o tarif:”-idée de l’artichaut enclose dans la poire-” (!). Söz sanatlarına meraklıdır. Sözcükleri az rastlanılan ve pek bilinmeyen anlamlarında kullanmayı sever. Ama bunların sonucu her zaman üstün bir yazı mıdır? Her zaman değilse de, çoğunlukla evet.
Kimi bölümleri çevirirken yoğun bir coşku duyduğumu belirtmeliyim; o bölümlerin çevirisi ulaşılmaz bir güzellik duygusu, zevk ve doyum sağlamıştır. Ve şimdi yeniden okurken de yineleniyor bu coşku. Umarım başkaları da paylaşır bunu: VIII. başlıkta Durgun Deniz, XIV. başlıkta Nil Nehri, Kızıl Deniz, Arabistan çölleri ve Hint altkıtası üzerinde uçak yolculuğu, XVI. başlıkta Doğu pazarları, XXXII. başlıkta kıyılar, dağlar ve ormanların çekiciliğinin karşılaştırmalı incelemesi… Bunlar herhalde sadece etnografik yazının ya da yolculuk yazınının değil, bütün yazın ürünlerinin dorukları arasında sayılmalıdır. Bazı yerleri, kendimce başarıyla çevirdiğime inandığımda, güzel yazmanın zevkini -kendime pay çıkarmaksızın- paylaştığımı söyleyebilirim belki.
Bu kitabı ilk okuduğumda, önemli bulduğum ya da sevdiğim noktalar, şimdi okuduğumda sevdiğim şeylerle mutlaka üst üste gelmiyor. Otuz yıl kadar önce, öncelikle bir antropoloji kitabı olarak okumuştum; en çok ilgimi çeken Mato Grosso yerlileriydi. Sonra bir ara yeryüzünde uygarlığın yer değiştirişi önplâna çıktı; şimdiyse insanın kaderine ve geleceğine ilişkin karamsar gözlemlerle, parıltılı yolculuk anlatıları ve ulaşılmaz güzellikte doğa betimlemeleri ilgimi çekiyor en çok.
|